Kategori arşivi: NBA

Avrupalı All Starlar

Devşirme ordular. Orta Asya’dan Viyana kapılarına kadar giden Türklerin ordularındaki enerji küpleri. Müslümanlığı ilk kabul eden devlet olan Karahanlılar’ın ordularında bile Karahanlı olmayan kabilelerin kuvvetleri bulunurdu. İşte o Karahanlılar’dan Osmanlı’ya kadar Türkler ordularında devşirme kuvvetleri kullandılar.

NBA’de ise son moda devşirme uluslararası oyuncular. David Stern’in NBA’de ortak pazar ilan etmesiyle birlikte genişleyen lig, son olarak ülkelere özel günler yapmaya da başladı. Phoenix Suns- Los Angeles Clippers karşılaşmasında Türk gecesiyle birlikte bu gümrük birliğini bir kez daha gördük. Eh NBA’in en önemli organizasyonlarından biri olan NBA All Star hafta sonu da bu genişlemeden nasibini aldı. Toplam 24 oyuncunun mücadele ettiği büyük maçtaki oyuncuların tam 8’de 1’i Avrupalı oyunculardan teşkil ediliyor. Uluslararası oyunculara baktığınız bu oran %25’e kadar geliyor.

İşte biz de 3SAYI olarak sizlere All Star organizasyonunun; nasıl üniversal bir mevzu haline geldiğini, geçmiş yıllarda kimleri kimleri All Star ettiğini inceleyelim istedik. Bakın kimler geçmişte Avrupa’dan gelip, basketbol bayramında yerlerini almış.

NBA Über Alles

            National Geographic’in 2. Dünya Savaşı’yla ilgili belgeseli “Apocalypse”. Alman ırkının nasıl mucizeler yaratabileceğini ve ne kadar çabuk rezil olabileceklerini anlatıyor. Almanlar disipliner insanlardır fakat onlar da bizim gibi zaman zaman önemli düşüşler gösterebiliyorlar. Fakat Almanların NBA’deki iki temsilcisi hiç düşmediler.

Avrupa basketbolunu, Drazen Petrovic’ten sonra NBA mecrasında kanıtlayan en önemli ikinci basketbolcu. Dirk Nowitzki’nin 3 sürüm öncesi. Detley Schrempf. Onu NBA Europe Live’ın Almanya edisyonlarında sık sık görüyoruz. Şimdilerde pek sönük bir adam olsa da oyunculuğunun zirvesinde çok önemli bir adamdı. Tam 3 kez All Star olmayı başardı. Avrupa basketbolu için o dönemlerde bir devrimdi bu. Belki de Dallas’ın risk alıp Dirk Nowitzki’yi seçmesine cesaret veren adam da oydu. 1993, 1995 ve 1997 yıllarında All Star olarak çift yılları sevmediğini de gösterdi. Ona doyamadık ama olsun, gereken bütün özveriyi ortaya koymuştu.

Dirk Nowitzki için pek fazla şey söylemeye gerek yok tabii. Küçük bir cümle ile onun kariyerini ve Avrupa basketboluna katkılarını anlatabiliriz. “Dirk Nowitzki, NBA’de normal sezon MVP’si olan ilk Avrupalı oyuncudur. Tam 9 kez All Star olduğunu da eklersek ilmimizi sona erdirmiş oluruz herhalde. Gerçekten de “NBA her şeyin üzerindedir”.

Rik Smits’i Hatırlayanınız Var mı?

            Yazı için araştırma yaparken Rik Smits ismini görünce çok gerilere gittim. O, basketbolun total basketbol oyuncusuydu. Fakat biz o zamanlar ondan haberdar değildik. Hala da değiliz.

PSV takımıyla özdeşleşmiş Eindhoven kentinde doğan Smits, 2.24’lük boyuyla birlikte 2.29’luk Shawn Bradley’e çok benzetilmişti. Fakat Smits Bradley’nin aksine oyununa çok önemli özellikler katarak All Star olmayı başardı.

1998 yılında Indiana Pacers tarafından draft edilen Smits henüz ilk sezonunda büyülü hafta sonunun bir üyesi oldu. O gün NBA’in geleceğindeki önemli isimlerinden biri sayılan Smits, boyunun getirdiği fiziksel sorunlar nedeniyle 1999-2000 sezonunun sonunda basketbolu bırakmak zorunda kaldı. Gözlerimize 1998 All Star maçında Jayson Williams’a verdiği arkadan pasla birlikte sanatsal bir gösteri sunan Hollandalı oyuncu, kubbede hoş bir seda bırakarak NBA şovundan ayrıldı.

Franco ve De Gaul

            Birisi pota altında Franco kadar despot, diğeri Fransız lideri De Gaul kadar atılgan ve cesur. İspanyol Pau Gasol ve Fransız Tony Parker’dan bahsediyoruz tabii ki. NBA basketbolunun son dönemdeki en önemli isimlerinden ikisi. Gasol 3 kez All Star hafta sonuna dahil olurken Tony Parker’ı 2 kere izleyebildik. İkisi de Avrupalılaşmaya başlayan NBA’in en önemli iki figürü. Örneğin Gasol olmadan Kobe Bryant’ın şampiyon olabileceğini bana iddia edemezsiniz. Aynı şekilde Tim Duncan ve Manu Ginobili’nin de Parker’a zaruretleri olmadığını. Bu iki isim NBA’i çok daha güzel kılıyorlar. İyi ki Avrupa basketbolu NBA’e girebildi değil mi?

Diğer Hemşeriler

            Gelelim diğer Avrupalı hemşerilere. Vlade Divac, Peja Stojakovic, Andrei Kirilenko, Zydrunas Ilgauskas, Chris Kaman ve Mehmet Okur. Hepsi NBA basketbolunu bambaşka bir boyuta sokan isimler. Tabii ki en çok gururla izlediğimiz maç Mehmet Okur’un oynadığı maç. Şu an ki Mehmet’i gördükten sonra içiniz burkulmuyor mu? Umarım Türkiye All Star’a geri döner.

mehmetokur-andreikirilenko

Hazırlayan Erdi Aydemir

Bu yazı dergimiz için 2011 yılında hazırlanmıştır.

Celtics Gözünü Chris Paul’e Dikti. Rondo’ya Gelenler Teklifleri Değerlendiriyor

Boston Celtics Rondo’nun yerine daha fazla skor üretebilecek bir oyun kurucu arıyor. Rondo çok iyi bir savunmacı ve iyi bir pozisyon hazırlayıcı olsa da skor üretimi son derece kısıtlı. Hiç bir şut tehdidinin olmaması top Rondo’nun elinden çıkınca Celtics takımını savunması daha kolay bir hale dönüştürüyor. Çok iyi bir delici olan Rondo’nun bilekler o kadar sert ki bitirebileceği turnikeleri kaçırıyor.

Kevin Garnett’in skor üretimi sadece orta mesafe şutlarla , Ray Allen’ın ki ise üç sayılık atışlarla sınırlanmış iken Celtics yönetimi Paul Pierce’in omuzlarındaki skor yükünü azaltmak istiyor. Rondo’yu takas ederek daha skorer bir oyun kurucu ve pivot almayı umut ediyorlar.

Ancak iş ligin en iyi oyun kurucusunu takıma katmaya geldiğinde Celtics pivot umutlarını bir kenara bırakıp, Rondo Chris Paul takasını gerçekleştirmeyi deniyor. Hem hücumda hem savunmada bana göre ligin bir numarası olan Chris Paul için ilk yapılan teklif reddedildi. Sözleşmesi bittiğinde Paul’u elinde tutma şansının son derece zayıf olduğunu bilen Hornets için Rondo takası fena durmuyor. Celtics yönetimi üçüncü bir takımı takasa dahil ederek, yapılanma dönemine girecek olan Hornets’e Rondo ile birlikte birkaç potansiyelli genç oyuncu göndermek için uğraş veriyor.

NBA Takımı Tutmak

NBA Takımı Tutmak

Birkaç ay önce, kardeşim ve birkaç arkadaşıyla birlikte evdeyiz. Muhabbet ediliyor. Nasıl olduysa konu basketbola, oradan da NBA’e geldi. Birkaç oyuncu isminden sonra, herkes işte bilindik, “ben şunu tutarım”, “ben NBA’den pek anlamam abi” tipi cümlelere başladı. Kardeşimin arkadaşlarından biri, “ben Bulls’u tutuyordum, ama eskiden” dedi. “Hah” dedim, “bir tane daha”.

Da, neyin “bir tane daha”sı. Şunun:”bahsi geçen dönemde başarılı ve popüler olan takımın ucundan taraftarı olan genç” profilinin. İçinde bulunduğumuz günlerde, bu hadisenin en elle tutulur örneklerinden birine şahit olmaktayız. Barcelona’nın yükselişiyle birlikte Facebook’ta profil fotosuna Barça logosu koyan, MSN iletisine “Messi!!” yazan tiplere her gün binlercesi katılıyor. İçten içe kazananın ve tanınanın tarafında olmak isteyen ham bünyeler, ismi, tarihi, karakteri, duruşu farketmeksizin, o anda kazanan pozisyonundaki takıma kancayı takıveriyor. Bahsettiğim gencin yaşı Bulls dönemine yetişmiyor bile. Gecenin köründe kalkıp 3 tane NBA maçı izlemiş midir, ondan bile emin değilim. Fakat aklının bir köşesinde, bir gün ortamda lazım olur diye “Bulls” imgesi yer işgal ediyor. Sonuçta çok sağlam olmasa da bir cevap verecek. Ufak da olsa söz hakkı olacak. Belki de o sayede kız tavlayacak abisi, ne malum. Zamanında Bulls’un kazandığı başarılar, belki o takımı hiç izlememiş olan biri tarafından kendi ufak çakallıklarına malzeme oluyor.

Bu konunun çözümü yok, çünkü belki Dünya yok olana kadar birileri bu spor dalları ile asgari düzeyde ilgilenecek ve sırf laf olsun diye bazı takımları tutacaklar. Gidip dövecek halimiz yok, ya da ne diyeceksin de ikna edeceksin, adam gibi takım tutmasını sağlayabileceksin?

Şuraya varıyoruz sonrasında: Birileri başarılı, popüler, kalburüstü takımları tutuyor, samimi olsun-olmasın. Peki ya kazananların haricindekiler? O takımları tutanlar enayi mi yani? İçten bir şekilde bir kulübe gönül vermek saflık mı? Cevap vermeye bile gerek yok. Daha geniş şekilde de ele alınabilir fakat, bizi ilgilendiren kısım NBA’le ilgili olanı.

Yıllar önce, daha toyken, çok garip gelirdi. Mesela kim diyelim, Los Angeles Clippers. Ya da Atlanta Hawks. Derdim ki, “yav bu adamlar galibiyet alamıyor doğru-düzgün, kim bakar bunların suratına”. Bu cümleler tabii, olaya tam olarak hakim olamamış, ilaveten meraklı bir bünyenin soruları. Ama bir yandan da etraftaki Lakers şampiyon oldukça 7 göbekten Los Angeles’lı kesilenleri gördükçe kafa karışıyor. İçinden diyorsun ki, “onlar yapar da ben niye yapamayayım, tutarım Lakers’ı olur biter”. Bunlar akıldan geçmiştir ama, bu satırların yazarı bir şekilde -ve iyi ki- San Antonio taraftarı oldu. Bunu öğrenen biri hemen diyebilir tabii, “sen de yüzüğe aldanıp Spurs’ü tutmuşsun bilader ne iş” gibisinden. Emin olun şampiyonluk ve/veya yıldız oyunculara kapılacak olsam, o dönem çok fazla seçenek vardı önümde. Neyse. 10 yıldan uzun bir dönemde, daha doğrusu Tim Duncan geldiğinden beri sürekli tepeye oynayan, ve bu dönemde de 4 kez zirveye çıkan Spurs, çok değil, 2-3 sezon sonra bu gücünde olmayacak-çok büyük ihtimalle. Kesin cümleler kuramayız, ligin gidişatı ne olur falan, o kısım bilinmez. Ama şunu biliyorum ki, o zamanında “Atlanta nasıl tutulur abi” sorusunu sormamızı sağlayan o vasat günler, bir şekilde karşım(ız)a çıkacak. 2-3 sezon sonra olur, daha sonra olur. Kritik nokta, kıyısından play-off’a girmeye çalışan (ya da daha aşağıda) bir takım tutmanın nasıl olacağı. Ve ben bir süredir kafamda bu endişeyle dolaşıyorum.

Gerçi şu var, Spurs 4 kez şampiyon olsa da, şöyle bir hatırlamaya çalışacak olursanız, neredeyse hiçbir zaman “şampiyonluk favorisi” olarak falan gösterilmedi. O yüzden belki bir açıdan keskin bir düşüş olmayacak, fakat aslında pek öyle değil. Popovich’in “Duncan bıraktığı zaman ben de bırakırım” şeklindeki sözleri, Spurs’ün bir süre sonra daha düşük profilli bir takım olacağının sinyallerini veriyor ve de taraftarın daha sönük günleri şimdiden beklemesi gerek.

Kendi adıma çok çok büyük sıkıntı olacağını sanmıyorum. Şu açıdan; Spurs havalı bir takım olmadı hiç. Yani final serisi bitip, sahada kupayı kaldırmayı beklerken yan yan tribünleri kesen “cool” adamların ağırlıkta olduğu, süper bir skorerin sürükleyip efsanelik kastığı bir takım olmadı. Yani kısaca, takımın da, taraftarın da çok “burnu kalkmadı”. O sebepten, bu 10 seneyi aşkın güzel günlerin ardından, hangi derecede olacağı şimdiden kestirilemeyen o düşüş, bir Lakers’ın Shaq sonrası zamanına benzemeyecek gibi. Sanki…

Kaç tane Spurs taraftarı şimdiden böyle bakıyor, ortalama veya ortalama-altı bir takım izleyeceği günleri öngörüyor bilemiyorum, ben böyle bakarak iyi mi yapıyorum kötü mü, onu hiç bilmiyorum. Düşünsenize bir, bu sene Spurs şampiyon oluyor. Kim sonrasını düşünür. Ama kupanın ardından Timmy “abi yeter, tadında bırakalım” çekip, arkasından da Pop yukarda söylediğini gerçekleştirirse, paçalar tutuşur. O başka.

Muhtemelen Duncan-Popovich sonrası dönemde Spurs taraftar kaybedecektir. Bu da işte NBA veya basketbol ile ilgili tutumların hangi yüzeyde seyrettiğine güzel bir gösterge. En sevdiği oyuncunun takım değiştirmesiyle tuttuğu takımı değiştiren, daha önce nefret ettiği yıldız oyuncu kendi takımına gelince onun fanı kesilen bünyelerle çevrili etrafımız. Bu örneklere bakınca, Duncan bırakınca Spurs’ü bırakacak basketbolsever sayısı da belli bir miktarda olacaktır. Bu kadar da kolay maalesef bu işler.

Başarısız günlerde takımının arkasında olmak, tabii ayrı bir fedakarlık örneği. Futbolda çok sömürüsü yapılır. Ama onun da içi boştur aslında. En ufak tökezlemede oyuncudan başlayıp hocaya, başkana kadar ana-bacı giden adamları görüyoruz. Onlara bi’şey olduğu yok, yine gelip keyiflerine göre sövüp-sayıp evlerine dönecekler. Bizim tuttuğumuz NBA takımının maçlarına gitme imkanımız yok malum, sonuçta sevgimizi ancak uyku düzenimizin içine ederek gösterebiliriz. Kaç tane futbol taraftarı bunu yapabilir misal?

Peki bu gerçekleşmesi kaçınılmaz düşüşün müsebbibi olan NBA düzeni hakkında ne demeliyiz? Olabildiğince övmeliyiz. Türkiye 1. futbol ligi ve La Liga’nın haline bakınca bunu daha iyi anlayabiliriz. Nadiren bazı takımlar en üsttekileri rahatsız edebiliyor. İspanya için bir yere kadar konuşabilirim ama burada sistem o “büyükler”in üstüne kurulu olduğu için, bir Anadolu takımı şampiyon olsa bile, üsttekilerin dokunulmazlığı pek sarsılmıyor. Medya ve başka unsurların desteği olmadan da onları sarsabilecek sağlam ve uzun süreli bir yapı oluşturmak imkansız gibi bi’şey. Fakat NBA, hemen hemen her takımın belli dönemlerde en azından Play-off oynamasına imkan veren bir düzen kurmuş durumda. Bu da, yukarda bahsettiğimiz gibi bir dönem şampiyonluklara koşmuş bir takımı, birkaç yıl sonra aşağılara çekebiliyor, uzun yıllar dipte gezen bir takımın da belli bir süre sonra yukarılara tırmanmasına imkan veriyor. Tabii bu tip yükseliş ve düşüşler, organizasyonların doğru/yanlış hamleleri ile farklılaşabiliyor. Yani eğer -misal- Spurs Duncan-Pop sonrası dönemi iyi yönetebilirse, en az play-off görmeye devam edebilir.

NBA’in bu düzeni, herhangi bir taraftarın yıllarca takımının en ufak başarısına şahit olmadan onu desteklemesi gibi bir ihtimali azaltıyor. Ülkemizde Anadolu takımlarını tutan insanlarla 10 dakika konuşursanız, bunun ne demek olduğunu anlarsınız.

Cem Tokatlıoğlu

 

 

Dallas’ın Playoff Öyküsü

Dallas Mavericks ve Dirk Nowitzki, onlar artık şampiyon.Parayla yapamayacakları birşeyi, yürekleriyle, yetenekleriyle yaptılar, tarihi yazdılar.Ama bu takım bu noktaya kolay gelmedi, her turda underdog olarak gösterildi.Öne geçseler bile en ufak tökezlemede işte gidiyorlar, moralleri bozuldu, bu takım play-off oynayamıyor gibi yorumlara maruz kaldı.Ancak bu takımın kimliğini değiştirdiğine, şampiyonluğa inandıklarına yüzükleri takıp dirk nowitzki’nin elinde kupanın havalandığında ikna oldular.

Koç Rick Carlisle’ın dediği gibi belki diğerleri kadar zıplmıyorlardı, belki onlar kadar hızlı koşmuyorlardı ama Dallas bir takımdı.

İşte bu da onların zafere giden yolu;

 

Dallas Mavericks 4 – Portland TrailBlazers 2

 

Seri öncesi yorumlarda, Dallas’ın favoriliğe en yakın olduğu seri buydu.Ancak Portland’ın yıldızı Brandon Roy’un sakatlığı bile Trailblazers’ı yarıştan düşürmemişti.Hatta sezon sonunda Dallas’la eşleşmek için büyük uğraşlar verdi Portland.Serinin geneline bakacak olursak, Portland’ın dev kısaları ve nerdeyse bütün takımın atletik özelliklerinin üst seviyede olmasıyla bir nebze önde olduğu doğruydu.Portland çok iyi bir savunma takımı kurmuştu.Alridge ve Marcus Camby pota altında topları kesmesi; Nicolas Batum, Gerald Wallace gibi harika savunma yapan kısaların  boyalı alanın dışında Dallas kısalarına geçit vermeyeceği düşünülüyordu.Savunmanın zayıf halkası gibi duran Andre Miller’ın da karşısında skor üretimi konusunda büyük sorumluluğu olmayan Jason Kidd’in olması Mavericks’in hücumda sıkıntı yaşayacağını gösteriyordu.

Serinin ilk maçında boyalı alanın tek hakimi Portland’dı ama dış atışlarda da bir o kadar felakettiler.buna karşın Dallas Mavericks boş şutu buluyor cezayı kesiyordu.

Nowitzki ne kadar iyi savunulsa da son çeyrekte 15 sayı gönderdi Portland potasına ve maçın kahramanı Kidd 6 üçlük bularak Dallas’ı öne geçirdi.

 

Serinin ikinci maçında bu sefer ortaya başka bi faktör çıktı; bench katkısı.Dallas Terry’i benchten oyuna sokuyor, Barea’ya topun kontrolünü veriyor, Peja’ya üçlük atırıyor, benchten çok çeşitli hücum organizasyonları getiriyordu.Yine de Alridge ve Andre Miller hücum performansıyla Porland’ı son çeyreğe kadar ayakta tuttu.Ama veteran oyuncu bolluğunun en çok etki ettiği yer olan son çeyrekte Nowitzki ilk maçtaki gibi ağırlığını koydu ve bu seferde Kidd’in ilk maçta yaptığını Peja Stojakovic’in yapmasıyla Dallas Texas’ta kayıp vermedi.

 

Serinin üçüncü maçında Portland bıçak sırtında çıktı sahaya.Dallas ilk iki maçta Kidd ve Stojakovic ile ekstra üçlükler bulmuştu, bu maçta da Portlandlı basketbolcular

Jason Terry’nin üçlüklerine engel olamadılar.Ama ilk kez bu maçta şut konusunda başarılı bir isim vardı, Wesley Matthews’in ekstra katkısı ve ilk iki maçın ardından eleştirilen Brandon Roy’un  ben dönüyorum mesajı verdiği performansıyla Portland biz yıkılmadık dedi Dallas’a.

 

Seriyi hatta şampiyonluğu Dallas kazandı ancak, Portland serisinin 4.maçında Portlandlı bi oyuncunun efsane performansına tanık olduk.Medyaya ilk iki maçın ardından haekttiği değeri göremediği için yakınan Brandon Roy, takımı 3.çeyrekte bir ara 23 sayı geri düşmüşken, sazı eline aldı.Takım arkadaşları oyunu bırakmış, yine şutları potayı döverken, Roy üst üstte hücumlarda isabet bulmaya başladı.Sayı atmadığında asist yaptı, 18 sayı 2 asist kaydetti son çeyrekte.Özellikle üçlük faulüyle maçı eşitliğe getirdiği ve son hücumda bulduğu maçı kazandıran basketle seyirciyi çılgına çevirdi.Ama her zaman hücum savunmada başlar.Dallas’a son çeyrekte sadece 15 sayı attırdılar ve seri 2-2 ye geldi.

 

Dallas taraftarının herhalde en korku dolu izlediği maçtır ilk turun 5.maçı, geçmişi hayal kırıklarıyla dolu bir takımın, yine tüm ipler elindeyken avantajı kaybetmesi, hep bilindik senaryolardı.Bundan sonra Dallas’ın direncinin kırılması ve yine süpriz(!) bir şekilde elenmesi gerekiyordu ama Dallas bu psikolojik savaşı bu sefer kazanan takım oldu.Kazandığı her maçta Nowitzki’nin yanına bir başka kahraman çıkaran Mavericks cephesinde bu sefer takımın çehresini değiştiren Tyson Chandler oldu.Hücum ribaundlarında yaptığı katkı ve Alridge savunmada dur demesiyle takımını tekrar ayağa kaldırdı.

 

İlk beş maç sonunda deplasmanda kazanan takım yoktu.herkes kendi evindeki maçları öyle ya da böyle kazanmıştı.Play-offların hamleye karşı hamle şeklinde olan düzeni gerçekten çok hoş.

Örneğin; bu seride Andre Miller ve Brandon Roy’un Terry ve Barea oyundayken Mcmillan oyuncularına post up a başlamasını söyleyince, Carlisle da alan savunmasıyla bu stratejiyi durdurarak hücumda bu ikiliyi oyunda tutabildi.İşte bu tip oyunlarla geçen seride Mcmillan hücumda istikrarı bir türlü bulduramadı takımına.Şut konusunda sürekli yenildiler, serinin son maçında da skoru dengeye getirseler bile maçın genelinde Nowitzki’yi durduramayınca Dallas Mavericks, zorlansa da

Batı yarı finaline çıktı ve beşinci maçta ayağa kalkarak büyük bir eşik atladığını gösterdi.

 

Dallas Mavericks 4 – Los Angeles Lakers 0

 

Eğer play-offları bir simülatöre oynatsaydık, yüzde 90 ihtimalle Los Angeles Lakers şampiyon olurdu.Ama gerçek hayatta yeteneğin yanında birçok öge devreye giriyor.İnanç, disiplin, rakibin zayıflıklarından yararlanma, oyun zekası.Aslında basketbol, futbol kadar fazla değişkenlere sahip bir oyun değil.Futbolda plana sadık kalsanız bile çok fazla ihtimal devreye giriyor, basketbolda güçlü olan güçlüdür.Seti iyi oynarsanız oyuncunun yeteneği bellidir o hücum sayı olur.Bu yüzden favorilerin kazanma ihtimali daha fazladır.Bu seride bu durumu değiştiren ilk şey arzuydu.Başarıya açlıktı.Dallas Mavericks başarıya aç bir takımdı, Los Angeles Lakers da ise konsantrasyon eksikliği direk göze çarpıyordu.Özellikle Pau Gasol ki bence hücum için Kobe Bryant’dan bile daha kolay bir sayı bulma yolu Lakers için, onun formundaki düşüş, dominantlığını kaybetmesi Lakers’ı çok etkiledi.

 

Bu seride yerden kalkmayı öneren Mavericks’in yeni bir özelliğini gördük.Pes etmeip, geriden gelebilmek.Serinin birinci ve üçüncü maçında Dallas geriden geldi kazandı.

İlk maçta ön plana çıkan üçlük isabetleri oldu.Dallas Jason Terry’nin zora soktuğu maçı şut isabetleriyle ortaya getirdi ve son hücumda Gasol’ün yaptığı basit hata ve Kidd’in çaldığı yopla maçı aldı.İkinci maçta ise Lakers’ın üçlük yüzdesi iyice dibe vurdu.Ayrıca Lakers’ın Bynum ve Gasol’den uzun dallarla kurulu sabunmasına rağmen penetre yoluyla bulunan sayılar Lakers’daki mental eksikliği ortaya çıkarttı.Oyuncuların yüzü oyunu çok iyi anlatır.Dallas ne kadar istekliyse, Lakers benchinde “sıkıntı vardı”.

 

Seri 3-0 ageldiğinde Kobe Bryant takımını ateşlemek için bikaç demeç verdi.Açıkçası 3-0 dan bir serinin verilmesi ne kadar imkansız gözükse de bir Dallas taraftarı olan ben bile hala içimde korku hissediyordum.Karşıda Kobe Bryant ve Phil Jackson var ve 5 yıl geçmesine rağmen o final serisine takılıp kalmış bir kafada izleyip yorumluyordu insanlar seriyi.Fakat dördüncü maç bir devrin kapanışı oldu.Lakers sadece bir çeyrek dayandıktan sonra havlu attı.Phil Jacson’ın başarılarla dolu kariyerine 36 sayılık bir mağlubiyet ve favori girdiği play-offlarda süpürülmek pek yakışmasa da oyunun kuralı bu, biri kaybederken biri sevinecek.Burdaki kritik nokta ise yenilmeyi hazmedebilmek.

Yenilgiyle büyüyebilmek.Dirk Nowitzki’nin atletik yeteneklerinin sınırlı olmasına rağmen her yenilişinde, her başarızsızlığında bir basamak daha çıktığını hepimiz görüyoruz.

Sırtı dönük oyun, sol turnike, şutunu mükemmelleştirmesi vs. Ama burdaki en güzel husus, başarıszlığı kabul etmek, Nowitzki’nin ne sahada çirkeflik boyutuna varan bir hareketi, ne de sansasyonel basın açıklamalarına tanık olmadık.Burda Nowitzki üstünden gitmem Lakers’ın bu seride karşılaştıklarıyla birebir karşılaşmış olması, Ron Artest’i ve Lamar Odom’u yaptıklarının dozajı yüzünden tenzih edebiliriz.Bu onları sütten çıkmış ak kaşık yapmaz ama Andrew Bynum’ın 4.maçta Barea’ya yaptığı faul gerçekten terbiyesizce bir hareket oldu ve Bynum’ın mental yönden ne kadar zayıf olduğunu gösterdi.Herşeyin sınırını bilmek önemli, bunun ucunu kaçırırsan yalnız kalırsın ki ben Bynum’a seyircilerin çok sıcak bakacağını sanmıyorum.Şunu sormak lazım, Lakers herkesi rahat rahat geçerken kendisine böyle mi muamele edilmiş, yoksa tebrik mi edilmiş.

 

Bu olumsuzluklara rağmen son maç yine de bir şölen gibiydi.Mavericks 19/28 atarak play-off takım üçlük rekorunu, Jason Terry 9/10 atarak play-off rekorunu egale ederken 4 maçlık bir seride 49 üçlük bulan Mavericks bu alanda da rekoru kırdı.Öte yandan Peja Stojakovic’ten beklenin üstünde katkısı göze çarptı.Jason Kidd ise seri boyunca zaman zaman Kobe Bryant’ı savunarak ilerleyen seriler için bizlere ufak sinyaller gönderdi.Ayrıca kariyerleri boyunca büyük maçlarda sinen Jason Terry ve Shawn Marion’dan gelen istikrarlı performanslar isteğin ve tecrübenin neleri değiştirdiği gösterdi.Portland serisinden önce daha ilk turda eleneceğini düşünen kitlenin düşüncesini, şampiyon olabilecekleri yönünde değiştirdi.

 

Dallas Mavericks 4 – Oklahoma City Thunders 1

 

Sanırım play-offların en keyifli yanı her seride başka hikayelerin yaşanması.Dallas – Oklahoma serisi de 90ların ortasından günümüze kadar gelmiş old school oyuncularla, NBAin yeni jenerasyonunu oluşturacak new schoolun kapışmasıydı.Lakers serisinden moralli ve dinlenmiş gelen Dallas hücumunu kusursuz hale getirmişti play-offlar boyunca.

Hani bakmadan pas atacakları oyuncunun yerini biliyorlar gibiydiler fakat uzun bir seri oynayarak gelmesine rağmen Oklahoma kusursuz hücumu gençliğiyle bozuyordu.Dallas topu çevirip boş şutu bulsa bile oraya yetişecek, el kaldıracak bir Thunders oyuncusu hep oluyordu.Ancak ironik şekilde elinde NBAin en skorer oyuncusunu bulunduran Thunders’ın seriyi kaybetmesinin asıl sebebi hücumdaki eksiliğiydi.

 

Basketbolda en önemli pozisyonun kalitelisi çok zor bulunduğu için pivot olduğu düşünülür.Ancak sevdiğim bir laf vardır, bir takım guardı kadar konuşur.Russel Wetbrook bu play-offlarda öyle bir performans sergiledi ki oyunda zekanın yetenekten daha önemli olduğunu açıkça gösterdi.Oklahoma City her pozisyonda kalburüstü savunmacılardan kurulmuş bir takım ama hücumda iki lokomotifle çalışıyor.Bu parçalardan biri bozuk olunca tren raydan çıkıyor.Russel Westbrook’un topu 15 saniye sektirip Tyson Chandler’ın üstüne doğru gittiği penetreler, yaptığı gereksiz top kayıpları, tek pas vermeden attığı jump shotlar niyeti ne kadar iyi olsa da takımını baltalayan, ritmini bozan hareketler oldu.

 

Dallas cephesindeyse Jason Kidd hücumda alışılmadık top kayıpları yapsa da savunmada çok büyük katkı verdi.Savunmanın akılla da yapabileceğini gösterdi.Kobe Bryant’dan sonra maçların son çeyreğinde Kevin Durant’ı ve Russel Westbrook’u başarıyla savundu.Tabii ki süper yıldızları durdurmak imkansız, Kevin Durant sayılarını attı ama maçların son dakikalarında Thunders hep Dallas’ın ve Dirk Nowitzki’nin gerisinde kaldı.

 

Texas’taki ilk maç Nowitzki ve Durant düellosu gibiydi, Alman yıldız 48 sayı attı ve tüm Thunders uzunlarını denize döktü.2.maçta alan savunmasına hücum etmeyi öğrenen Thunders benchten ve James Harden ekstra katkı alınca ev sahibi avantajını almış oldu rakibinden.Fakat kendi evinde konferans finaline çıkan Thunders’ın genç oyuncuları bir ortaokul takımından farksız sahaya çıkınca, ilk yarıda açılan farkı ufak ufak eritse de geriye gelemedi.Bu serinin en kritik maçı ise Oklahoma’da oynanan ikinci maç oldu.Son 5 dakikaya 15 sayı önde giren Thunders maçı verince seri de burda noktalandı.

 

Batı Konferansı Finallerinin Oklahoma adına en çok ön plana çıkan ismi ise James Harden oldu.Harden oyununa seviye atlatarak Kevin Durant’ın yardımcılığını Russel Westbrook’tan çok daha iyi yapabileceğini gösterdi.Oyun kurmada, gerektiği yerde skor üretmede açıkçası Oklahoma’nın Dallas’tan çok geride olduğu oyundaki akıl dengesini bir miktar eşitledi.Ayrıca Serge Ibaka da beklentilerin üzerine çıktı.Lige ilk girdiğinde blok yapıp, smaç basan bir pota altı savunmacısı olacağı düşünülürken, orta mesafe şutunu geliştirerek hücumda çok büyük katkılar verdi.

 

Seri genelinde Tyson Chandler’dan, Juan Jose Barea’dan, Peja’dan veya gelen ekstra bench katkılarından bahsedebiliriz.Ama denklemin eşitliğini bozan en büyük parça maç sonu oynama ve doğal olarak Dirk Nowitzki faktörüydü.Yaşlılık belki fiziksel olarak handikaplar getirebiliyor ama bunun yanında çok önemli bir şey daha getiriyor; tecrübe.Tüm play-off oynayan takımlar içinde parçaları en birbirine uygunu Oklahoma Thunders’tı.İyi savunmacılar, hücumcuları ve her pozisyonda zenginlikleri vardı fakat bunları tecrübeyle sentezleyip, doğru bir formülle sahaya yansıtmazsanız hep bi yerde tıkanırsınız.Koç Scott Brooks oyunculara abi rolünü ne kadar iyi oynasa da, oyun içinde ne yapması gerektiğine karar veremedi, Westbrok’u dizginlemekte zorlandı ve serinin en kritik maçında Dallas’a yumruğu indirmeyi başaramayarak seriyi kaybetti.Dirk Nowitzki de bu seride bambaşka bir boyuta geçti.Ben Michael Jordan’ın zamanına yetişemedim ama ilk kez bu seride bir oyuncunun bir takımı nasıl bitirebildiğini gördüm.Öyle bir kanı oluştu ki son çeyrek olduğunda Dirk Nowitzki her attığını sokacak artık Oklahoma ne yanıt vercek moduna giriyorduk.Ibaka, Perkin, Sefolosha, Durant herkes denedi Nowitzki’yi savunmayı, hepsinin ya üstünden şut attı, ya yanından geçti ya da faul problemine soktu.Nowitzki savunmasında başarılı sayabileceğimiz tek isim Nick Collison oldu.Hatta zaman zaman Nowitzki’ye dur dediğini bile söyleyebiliriz.Collison tarzındaki mücadeleci oyuncular, kısıtlı yeteneğine rağmen herşeyini feda ettiği için sempatik gözükür, bu seride de aldığı paranın hakkını verdiğini gösterdi.

 

Bu seri koç Scott Brooks’un yetersizliği ve Russel Westbrook’un mental eksikliklerini gösterdiği için Oklahoma organizasyonu için yararlı olduğunu düşünüyorum.Ellerinde Kevin Durant gibi bir skorer ve böyle iyi parçalar varken Thunders önümüzdeki on sezon bu seviyelere ve üstüne çıkabilir.Bu seride de ne kadar iyi oynarlarsa oynasınlar, son çeyrekte son şutları sokamadıktan sonra yaptıklarının bir anlamı kalmadığını öğrendiler.Açıkçası genç bir takım için iyi bir ders, çünkü tarih kazananlardan, Nowitzki’nin şutundan bahsedecek, Durant’ın kaçan şutundan değil.

 

Dallas ise bu seriyle beraber bir nevi Miami’ye karşı 5 yıl önce 2,5 – 0 dan verilen serinin intikamı ve tüm sezon verilen mücadelenin, eforun, sevincin, üzüntülerin meyvesini toplama şansını yakaladı.Dediğim gibi play-offlar her seride apayrı bir hikaye oluşturuyor bu da NBA’in güzel tarafı.

 

Oğuz UZUN

 

 

 

 

 

Jordan-Pippen ve Miami Heat

Yakın geçmişe bir yolculuk yapalım. Lebron James, Chris Bosh ve Dwyane Wade Miami Heat’te beraber oynayacaklarını açıkladıklarında, daha sezon başlamadan NBA tarihinin en önemli takımlarıyla karşılaştırılmaya başlandı. Sezon ilerledikçe, Chris Bosh beklentilere cevap veremese de, Lebron James ve Dwyane Wade bildiğimiz süperstar performanslarını göstermeye devam etti. Ama takımda çok önemli bir sorun göze batıyor. Bu da hücumda hiçbir düzenin olmaması… Lebron veya Wade’den herhangi biri topu eline aldığında, diğeri köşede duruyor ve top elinde olan yıldızın birebir oynaması bekleniyor. Bu durumda top bu iki yıldızdan birinin elindeyken köşede Lebron James, Dwyane Wade ya da Eric Dampier’ın olması takım için hiçbir farklılık yaratmıyor. Çünkü iki yıldız, hücum sırasında birbirleriyle hiçbir paylaşım içine girmiyorlar. Hücum kullanma sırası bir Wade’in,  bir Lebron’un oluyor. Arada da Chris Bosh kendi kafasına göre bir şeyler yapmaya çalışıyor. Sonuçta Lebron-Wade ikilisi sırayla teke tek oynayarak sezonu bitirdiler ve kağıt üstünde başarılı da oldular. Fakat işin zor olan kısmı playoff’lar bundan sonra başlıyor. Takım içi liderin hala tam olarak belirlenememesi takıma playoff’larda çok büyük darbe vurabilir. Bu liderliği, takım içi dengeleri bozmadan ayarlayacak kişinin Eric Spoelstra olması gerekiyor. Şimdi 90’lı yılların başına gidelim NBA’in en iyi takımı Chicago Bulls ve o zamanki NBA’in en önemli iki oyuncusundan Jordan ve Pippen’ın ortaklığı… Bu ortaklık ilk 2-3 senesinde tam bir verim vermedi. Bunda Pippen’ın NBA’ye daha alışamaması büyük bir etkendi ama asıl önemli etken takım içinde hiçbir düzen olmamasıydı. Jordan tarihin en iyi oyuncusu olmasına rağmen takımı şampiyonluğa taşıyamamıştı. Şampiyon olmadan önceki Chicago hücumunda top Jordan’ın eline veriliyor ve Jordan’ın teke tek oynayarak Chicago’yu NBA şampiyonluğuna taşıması bekleniyordu. Ta ki Phil Jackson’ın takımın başına getirilmesine kadar… Phil Jackson takımın başına geldiğinde yaptığı ilk şey, takımdaki oyuncuların görevlerini teker teker belirlemek ve onlara bunu kabul ettirmek oldu. Herkes bir düzene göre, naptığını bilerek oynadı. Pippen’ın da herhangi başka bir takımda MVP olabilecek kapasiteye sahipken, Jordan’ın ikinci adamı olmayı kabul etmesiyle Chicago Bulls takımı 90’lı yıllarda 6 şampiyonluk kazanmıştı. Şimdi ki Miami takımında herkesin merak ettiği ikinci adam kim olacak sorusu.. Medyadaki ve NBA genelindeki temel kanı Lebron James’in, NBA tarihinde bile az bulunan yetenekte bir oyuncu olduğu ve bu takımın liderinin, yani son periyotlarda topu kullanan, takımı sürükleyen oyuncunun Lebron James olması gerektiği yönünde. Evet, Lebron James çok yetenekli, hatta NBA’in en yetenekli oyuncusu ama NBA’in en önemli lideri kim derseniz, Lebron James’in ilk 5’e bile giremeyeceğini düşünüyorum. Büyük oyuncu takım arkadaşlarını da büyük yapan oyuncudur lafı en sevdiğim laflardan biri fakat bu lafta yanlış anlaşılan bir nokta olduğunu düşünüyorum. Bir oyuncunun yanındakileri büyük yapması sadece istatistiksel gelişmeyle olabilecek bir şey değil. Gerçek bir liderin, takım arkadaşının kafasının içini değiştirebilecek bir insan olması gerek. Bazı oyuncular vardır ki, oyuncunun o takımda olması diğer oyuncuların ‘’o varken asla kaybetmeyiz’’ duygusuna sahip olmasına sebep olur. İşte bu düşünceyi takım arkadaşlarında uyandırabilen oyuncu, gerçekten takım arkadaşlarını da yücelten bir lider olmayı başarıyor. Bu zamana kadar kritik anlarda sorumluluğun altında ezilen ve başarısız performanslar sergileyen Lebron James’in aksine koşullar ne olursa olsun, durumu ne kadar kötü olursa olsun, mücadeleden hiç kaçmayan bir oyuncu Dwyane Wade… Wade’yle ilgili pek fazla hatırlanmayan ve onun karakterini en iyi yansıtan durumlardan biri şampiyon olmadan bir sezon önce gerçekleşmişti. Doğu finali 5.maçında sakatlanan Wade’in, 6. maçta oynama ihtimali yok deniyordu. Ama o tüm ağrılarına sahaya çıktı, ilk yarı muhteşem bir oyun sergiledi fakat ikinci yarı ayakta duramaz hale gelmiş ve Miami o gün Detroit’e yenilerek elenmişti. Wade o gün çok kötü durumda olmasına rağmen sahaya çıktı ve her şeyini ortaya koydu. Bu özverisinin karşılığını bir sonraki sezon şampiyonluk yaşayarak almıştı. NBA finallerinde Miami Heat’i şampiyonluğa adeta sırtında taşıdı. Maç başına yakaladığı 35 sayı 8 ribaunt 4 asist gibi ortalamalarla, NBA finallerinin en özel performanslarından birine imza atmıştı. Yani bence Miami Heat takımında baskıyı üstlenen, kritik anlarda kendine direksiyonun teslim edilmesi gereken isim kesinlikle Dwyane Wade olmalı. Bu takımındaki Jordan rolünü Wade’indir. Lebron James ise Pippen rolünde hem baskıyı üzerinde hissetmeyecek hem de yeteneklerini daha rahat sergileyebilecek… Eric Spoelstra böyle bir kararı veremeyeceğinden dolayı büyük ihtimalle Miami Heat NBA finallerine gidemeden elenecek ve Eric Spoelstra’nın Miami’deki koçluk kariyeri de sona ermiş olacak.

Ege YENİCE

 

 

 

NBA’de Normal Sezon Ödülleri

EN DEĞERLİ OYUNCU:

 

Favori: Derrick Rose bu sezon hem bireysel olarak sergilediği performans, hem de takımının NBA’in zirvesinde bulunmasından dolayı bu ödülü kazanamaması çok büyük bir sürpriz olur. Maç başına 25 sayı 8 asist gibi çok önemli istatistiklere imza atan Rose, Chicago Bulls’un playoff adayı takım konumundan, şampiyonluk adayı haline gelmesinde Koç Tom Thibodeau’yla birlikte en önemli pay onun. Saha dışında veya içinde tam bir lider gibi davranan Rose, savunmada büyük katkı verdi. Ayrıca maçların son dakikalarını tam bir MVP gibi oynadı ve ödülü sonuna kadar haketti.

 

Sürpriz: Lebron James’in bu ödülü kazanamayacak olmasının 3 temel nedeni var. 1.si bu ödülü 2 senedir kazanıyor olması. 2.si Dwyane Wade’in olduğu bir takımda tek başına sivrilmesinin zor olması ve 3. neden olarak bu yaz yaptığı takım değişimden dolayı NBA’in genelinde, sevilmeyen adam haline gelmesi. Yinede yaptığı katkıyla Miami’nin Doğu’da zirveye oynamasında büyük rol oynadı.Aynı zamanda O gittikten sonra Cleveland Cavaliers’ın NBA 1.liğinden NBA sonunculuğuna gerilemesi ödülü alması gerektiğini savunanların sıkça bahsettiği bir kriter..

 

EN ÇOK GELİŞME KAYDEDEN OYUNCU:

 

Favori: Kevin Love bu sene sergilediği performansla takımını yukarılara taşıyamamış olsa da istatistiksel olarak adeta bir MVP performansı sergiledi.Takıma yararlılık puanına bakıldığında NBA zirvesinde yer alan oyuncu.Takımının diplerde yer almasında dolayı MVP olamayacak belki ama sezonun ödülsüz kapatmaması garanti. All Star maçına da seçilen Love, geçen sene 14 olan sayı ortalamasını 20’ye 11 olan ribaunt ortalamasını da 15’e yükseltti. Ayrıca hiç beklenmeyen bir şekilde hücum repertuarına 3 sayılık atışı da ekledi. Geçen seneye göre yaklaşık 3 kat daha fazla 3 sayılık isabet buldu. En önemlisi de bu sene çok önemli iki rekora imza attı. Bunlardan 1. si  üst üste 53 maçta yaptığı double double’larla Moses Malone’un üst üste 52 maçlık double double rekorunu kırdı. 2. rekoru iste bir maçta 31 sayı 31 ribaunt gibi istatistiklere imza attı ve Moses Malone’un 1982 yılında yaptığı 38 sayı 32 ribaunt’ından sonra bir maçta 30 sayı 30 ribaundı geçen ilk oyuncu oldu.

 

Sürpriz: LaMarcus Aldridge bu sezonun en dikkat çekici performanslarından birine imza atmasına rağmen All Star’a seçilemedi ve çok büyük ihtimalle sezonu ödül almadan kapatacak. Portland bel bağladığı en önemli oyuncu olan Brandon Roy’dan hiçbir katkı alınamaması ve takım için çok önemli bir parça olan Greg Oden’ın bir maç bile oynayamayarak sezonu kapatmasından sonra herkesin ortak beklentisi Portland’ın bu sene playoff yarışının dışında kalması ve Batı’da diplerde yer almasıydı. Ama LaMarcus Aldridge önderliğinde Playoff’a kalan takım büyük bir süprize imza attı. Aldridge sayı ortalamasını 17.9’dan 22’ye yükseltti. Ribaunt ortalamasında 0.5’lik bir artış gösterdi ve Savunmada yumuşak bir oyuncu olarak gösterilen Aldridge Maç başına 1.2 ‘lik bir blok ortalaması tutturarak çok önemli istatistiklere imza attı.Ama bunlardan çok daha önemlisi yukarıda da belirttiğim gibi takımının liderliğini üstlenerek Portland’ın playoff’a girmesinde en önemli pay sahibi oldu.

 

YILIN SAVUNMACISI

 

Favori: Dwight Howard son iki sezon kazandığı bu ödülü bu senede kazanmaya en yakın isim olarak duruyor. Yılın Savunmacısı ödülüne baktığımızda göze çarpan en önemli nokta uzun oyuncuların kısalara göre çok daha fazla avantajlı olduğu. Çünkü değerlendirme yapılırken kıstas alınan istatistikler blok, top çalma veya savunma ribaundı oluyor. Bir bire savunma, adam geçilmeme gibi Avrupa basketbolunda savunmanın temelini oluşturan kriterler arka plana itiliyor. Tüm bunları üst üste koyduğumuzda Dwight Howard maç başına yaptığı 2.4 blok 10 ribaunt ve en önemlisi bu sene büyük aşama kaydettiği 1.3 ‘lük top çalma istatistiği Dwight Howard herkesten bir adım öne çıkarıyor. Ayrıca Howard’ın savunmada istatistik kağıdına yansımayan bir sürü pozitif katkısı var. Bunlardan en önemlileri pota altında kapladığı yer sayesinde rakibi daha çok dışarıdan oynamaya teşvik ediyor. Ayrıca blok yapmasa da bir çok pozisyonda rakibi kötü atış yapmaya zorlayan Howard ödülün en büyük favorisi konumunda.

 

Sürpriz: Kevin Garnett bu sene yaptığı katkıyla bir çok kişiyi şaşırttı. Bu sene 35 yaşında olan Garnett, geçen sezon düşüşe geçen istastiklerini yükseltti. Boston sezonun en az sayı yiyen takımı olurken, Garnett savunmanın temelini oluşturdu. Savunmaya istatisikten çok mental olarak katkı sağlayan oyuncu, Hiçbir zaman kaybetmeyi istemeyen yapısını bir kez sergiledi. 3 sene önce bu ödülü kazanan Garnett o zamankine benzer istatistiklere sahip. Tek şanssızlığı, Dwight Howard’ın bu sezonki mükemmele yakın performansı.

 

YILIN 6.ADAMI

 

Favori: Lamar Odom bu sene çok önemli bir mental gelişme yaşadı. 2 sezon önce Phil Jackson onu bench’e çektiğinde takıma eskisi gibi katkı sağlayamadı ve artık düşüşe geçti yorumları yapıldı ama Lamar Odom bu sene adeta yeniden doğdu. Ondan istenen en önemli katkı olan pota altı sertliğini ilk defa bu kadar bariz bir şekilde ortaya koydu ve Lakers’ın en önemli eksikliklerinden biri olan bench katkısını maksimum şekilde verdi. Sınırlı Lakers Bench’i Odom sayesinde ‘’Şu an NBA’in en iyi benchi ‘’ yorumları yapılıyor.

 

Sürpriz: Jason Terry’nin bu ödülü Odom’un önünde kazanması zor gözükse de yaptığı katkıyı göz ardı edilemez. Maç başına 16 sayı ortalamasıyla oynadı ve Son çeyreklerde Nowitzki’yle birlikte takımının en önemli hucüm gücü oldu.Fakat bu ödülü kazandığı iki sene öncesine göre daha alt seviyede bir performans gösteriyor. Ayrıca bu sezon maç başına 2 top kaybıyla oynayan Terry 7.senesini tamamladığı Dallas’ta, en fazla top kaybını bu sene yaptı.

 

YILIN KOÇU

 

Favori: Tom Thibodeau koçluk kariyerinin ilk yılında rüya gibi bir performans sergiledi. Takımın başına geldiğinde ondan beklenen doğu’da ilk 4’e girmesi ve playofflarda 1 tur atlayabilmesiydi. Fakat şu an baktığımızda Chicago doğunun zirvesinde şampiyonluğun en önemli adaylarından biri. Takımdaki en önemli değişim savunmada yaşandı. Geçen sene vasat bir savunma takımı olan Chicago Thibodeau’yu alırken savunmaya önem vereceğini bekliyordu. Fakat bu takımı NBA’in en iyi savunma takımlarından biri yapmasını hiç kimse beklenmiyordu. Tüm bunları üst üste koyduğumuzda Thibodeau bu ödülü sonuna kadar hak ediyor.

 

Sürpriz: Doug Collins 8 senedir takım çalıştırmayan bir koç olarak Philadelphia’nın başına geçtiğinde beklentiler oldukça düşüktü. Çok kötü bir kadroya sahip olduğu düşünülen takımın NBA’in diplerinde olması beklenirken, Playofflar öncesinde eşleşilmek istenmeyen bir takım haline geldi ve birçok NBA yorumcusu tarafından 1.turda olası Miami veya Boston eşleşmelerinde sürpriz yapabilir denilebilecek kadar saygı duyulan bir takım haline geldi. Tüm bunlarda en önemli pay şüphesiz koç Doug Collins’in.

 

YILIN ÇAYLAĞI

 

Favori: Blake Griffin’in geçen sezonunun başlamasına 1 gün kala sakatlanmasıyla çaylak sezonunu 1 yıl gecikmeli yaşadı. Çaylak sezonunda yaptığı katkının bir benzerini yapan oyuncular NBA tarihinde sınırlıdır. NBA’ye geldiği ilk günden beri inanılmaz heyecan yaratan oyuncu, her maçında birbirinden güzel hareketlerle süslediği oyunuyla taraflı tarafsız herkesi kendine hayran bıraktı. Shaquille O’Neal’dan bu yana çaylak sezonunda 22 sayı 12 ribaunt ortalamalarını tutturan ilk çaylak oldu. Ayrıca 3.7 asistlik ortalamasıyla da ne kadar önemli bir pasör olduğunu gösterdi. Bu seneki en önemli performanslarından birini de NBA All Star haftasında sergiledi. Smaç şampiyonasında yatığı smaçlar onun Vince Carter, Michael Jordan, Julius Erving gibi smaç efsaneleriyle karşılaştırılmasına neden oldu. Sezon içindeki performansın bir karşılığı olarak da All Star kadrosuna seçilmeyi başardı ve Yılın Çaylağı ödülünü henüz açıklanmasa da kazandı gözüyle bakabiliriz.

 

Sürpriz: John Wall çaylak sezonundaki performansıyla ne kadar önemli bir oyun kurucu olabileceğini fazlasıyla gösterdi. Kötü bir sezon geçiren ve takım içinde birçok problemle uğraşan Washington Wizards, John Wall’un takımdaki varlığından dolayı geleceğe umutla bakıyor. Tutturduğu 16 sayı 8.5 asist gibi ortalamalar ve gösterdiği performans, onu bir çok sezonda Yılın Çaylağı ödülünü kazanmasına yeterli olurdu. Onun şanssızlığı Blake Griffin’le aynı sezonda çaylak sezonun geçirmesi.

Ege YENİCE

Takasın Boston Celtics Ayağı

Bir önceki yazımızda Boston-Oklahoma takasını Thunder tarafından incelemiştik. Şimdi Boston tarafına bakalım. Thunder yazısını da sitemizden bulabilirsiniz.

 

LeBron’un Cleveland’dan ayrılmasının etkileri tüm NBA üzerinde hala devam ediyor. Carmelo’nun takasını istemesi, Utah’ın Derron Williams’la sözleşme yenileyemeyeceğini düşünüp takas etmesi LeBron’un takım değiştirmesinin hem oyuncular hem de takım yöneticileri üzerindeki etkisinin göstergesi. Boston Celtics’de takas sezonunun sonundaki galeyana katılıp, bu örneklerden etkilenerek sezon sonunda sözleşmesi bitecek olan Kendrick Perkins’i takas etti. Takım’ın yıldızları özellikle yaşlı 3 ‘lü bu takastan son derece mutsuz.

 

Nate Robinson’la Kendrick Perkins , 1. tur Draft hakkı Jeff Green ve Nenad Krstic karşılığında Oklahoma’ya gönderildi.

 

Nate Robinson takım oyuncusu olmayı başaramamasından dolayı ilk beşte point guard pozisyonunu emanet etmek isteyeceğiniz türden bir oyuncu değil. Ancak sahada enerjiyle oynuyor ve kenardan direkt skora katkı yapabilecek bir isim. Bench oyuncusu olarak değerli bir oyuncu ancak onun sorunu kafasında ve bazı maçlarda takıma yarardan çok zarar veriyor.

 

Robinson’un takas edilmesinin nedeni Delonte West’in iyileşmesi. Ancak Delonte West’de kafasındaki sorunlar nedeniyle potansiyelini yansıtamayan oyunculardan. Yine de playoff havasında konsantre olup takıma iyi katkılar verebileceğini düşünüyorum. İyi bir savunmacı, Celtics kadrosunda süre almak için birinci etkende bu zaten. Takımı oynatma konusunda ilerleme kaydeden ve şut sokabilen bir oyuncu.

 

Playofflarda hava oldukça farklıdır. Takımlar birbirleriyle 7 ila 4 arası maç yapacakları için özel olarak hazırlanırlar. Rondo sahadayken onu boş bırakan ve bu şekilde savunma yapmaya alışan takımlar Delonte West oyuna girdiğinde onu birazcık bile riske ettikleri anda cezayı yiyeceklerdir. Eğer West kendisini basketbola verirse Robinson’un yokluğu hiç aranmayacaktır çünkü Carlos Arroyo ile de sözleşme imzalayarak Boston 1 numarada yedek sayısını 2 ye çıkardı.

 

Kendrick Perkins ise şu anki kadro yapısında yeri çok zor doldurulacak bir oyuncu. Orlando Boston’u zorlayabilecek bir takım değildi. Her ne kadar 2009’da Perkins sahadayken Orlando Boston’u elemiş olsa da Kevin Garnett’in yokluğunu çok büyük bir etkendi. Şu an hala Boston takımının en önemli parçası Kevin Garnett. Boston Orlando karşısında zorlanmıyor çünkü Perkins Howard’ı birebir savunabiliyordu. Hücumunun temeli topu Howard’a indirip gelecek ikili sıkıştırma ve yardımları sonucu oluşan boş adamı bulmak olan Orlando’nun sistemini Perkins tek başına çökertebiliyordu. Dwight Howard bu yıl hücumunu oldukça ilerletmiş ve pota altında ayak hareketleriyle savunması geçebilecek duruma gelmiş olsa bile Perkins onu en azından yavaşlatabilirdi.

 

Perkins’in gidişi genel olarak pota altı savunmasını da tabi ki kötü etkiledi. Zaman zaman aşırıyı kaçan derecede sert bir oyuncu olan Perkins içeriye girmeye cesaret edenlere sayıyı durduramasa bile gereken cevabı veriyordu. İçerideki sert Perkins’le karşılaşmamak için Boston maçlarında bazı korkak dövüşen oyuncular içeri dalmaya cesaret edemiyordu. Boston bu silahını kaybetti. Kevin Garnett rakipleriyle çok fazla sert temasa girmek istemeyecektir. Vücudunun yıllarca taşıdığı yük ve geçirdiği sakatlıklardan sonra kendisini birazcıkta olsa sakınması hem onun hem de takımının daha fazla yararına olacaktır.

 

Perkins’in gidişi bir başka olası eşleşme olan Lakers finalinde de Boston’un şansını düşürdü. Gasol ve Bynum ikilisi sahada ikiz kuleler gibi dikilerek rakiplerine büyük sorun çıkartıyorlar. Andrew Bynum daha az skor seçeneği olan bir takımda rahatlıksa 20 sayı ortalama tutturabilecek bir oyuncu ve sağlıklı bir Bynum’la Lakers diğer takımlardan daha önde oluyor. Sayı atmayı NBA tarihinde en çok sayı atmış adamdan öğreniyor. Karem Abdul-Jabbar’ın özel koçluğunu yaptığı Bynum 2.13 boyunda 130 kiloluk çok uzun kollara sahip dev bir cüsse. Bynum-Gasol ikilisini en iyi savunabilecek oyuncular Garnett-Perkins iken bu ikili bozuldu.

 

Bu yazdıklarımızı Danny Ainge’de tabiki de biliyor ve görüyor. Jeff Green’i getirmesi takımın geleceği için bir yatırımdı ve şimdiyi çöpe atmışta değiller. Rondo’nun 86 doğumlu olduğunu unutmayalım.

 

Danny Ainge bu takası yaparken sakatlıktan dönecek Shaq ve Jermaine O’neal’ı düşünüyordu. Boston’a katılmasıyla birlikte Shaq savunmaya daha fazla önem vermeye başladı. Hala bu ligdeki herkesten daha büyük ve daha güçlü… Ancak yaşlanan ayakları, pota altı hareketlerine sahip olan ‘yeni Dwight Howard’ı durdurmaya çalışırken ona güçlük çıkartabilir. Howard Shaq’tan bi anlık kurtulabildiği pozisyonlarında çabuk ayaklarıyla potaya daha çabuk ulaşıp Shaq’ın kendisine yetişmesine izin vermeyecektir. Aynı şeyi Bynum içinde söyleyebiliriz.

 

Jermaine O’neal ise çok ağır sakatlıklar geçirmiş bir oyuncu ve eski günlerini neredeyse mumla aratıyor. Onunda dizleri peynire dönmüş durumda ve ayakları yavaşladı. Ancak Jermaine savunma yapmayı bilen ve iyi savunma yapan bir oyuncu. Kısacası Perkins’in gidişinin ne kadar büyük bir kayıp olacağını Jermaine ve Shaq’ın ne kadar sağlıklı olacağı belirleyecek.

 

Gelen oyunculardan Nenad Kristic sahada olduğunda bazı savunma dezavantajları yaratacaklardır. Boston takım halinde savunma yapan bir takım ancak oyuncuların rakiplerine birebirde en azından geçilmemesi bekleniyor. Bu bağlamda Krstic sahadayken savunmada bazı sorunlar yaşanacaktır. Krstic’in artısı skor üretebilen bir oyuncu olması. Sırtı dönük etkili bir oyunu olmasa da Krstic şut sokabilen bir oyuncu. Rondo’nun saha görüşü ve Allen-Pierce-Garnett üçlüsünün hücum tehditleri Krstic için bol bol boş pozisyon demek.

 

Jeff Green iki yıldır Oklahoma’da kendisini üvey evlat gibi hissediyordu. Westbrook’un yükselişi ve Durant’in ligin en iyi birkaç oyuncusundan birisine dönüşmesi Green’in iyice geri plana atılmasına neden oldu. Kadro yapısı nedeniyle 4 numaraya sıkışıp kalan Green’den tam fayda alınamıyordu.

 

Bu takasta Jeff Green fazla küçümseniyor ki bu bence büyük bir hata. Green hem içeriden atabilen ve iyi atabilen bir oyuncu. Güçlü bir fiziği var. Ribaund alabilen ve savunma yapacak hem fiziksel özelliklere hem de isteğe sahip bir oyuncu. Green’in takıma katılması Boston’un yedek kadrosunda son derece güçlendiriyor. Bu ligde neredeyse her takımda ilk beş başlayacak bir oyuncuyu kenar oyuncuları sahadayken kullanabilecek olan Boston aynı zamanda Green’in varlığıyla farklı kadro varyasyonlarına da gidebilir. Garnett 5 Green 4 numarada skor potansiyeli güçlü bir 5 sahaya koyabilecekleri savunmada çok büyük sıkıntı yaşamayacaklardır. Tabii Howard ya da Gasol-Bynum ikilisinin sahada olmadığı anları düşünürsek.

 

Aynı zamanda 2012 sonunda Garnett ve Allen’ın sözleşmesinin bitecek olması Green ve Rondo’yu elinde bulunduran Boston için yeniden yapılanmanın zor olmayacağı anlamına geliyor.

 

 

Her iki yazımda da Perkins’i fazla övdüğümü düşünebilirsiniz. Birincisi Perkins bir pivot. Point guard ile birlikte oyuncu bulması en zor bölge ve ligdeki şu anki guard bolluğunu düşünürsek en sıkıntı çekilen bölge pivot pozisyonu. İkinci olarak Perkins çok iyi bir savunmacı ve savunma yapmayı seviyor. Başarının temelinin savunmadan geçtiğine defalarca tanık olduk ve Perkins bu yüzden de önemli bir oyuncu. Üçüncü olarak Perkins neler yapıp neleri yapamayacağını öğrenmiş bir oyuncu. Sahada kendisinden ne istendiğini biliyor ve bunu vermek için çabalıyor. Son olarak Perkins iyi bir takım arkadaşı. Takımda sorun çıkaracak türden bir oyuncu değil.

 

Kendrick Perkins bu ligin EN İYİ rol oyuncusu. Bana göre tartışmaya açık bile değil.

 

Sinan Cem Civili – 3SAYI Basketbol Dergisi

Takasın Oklahoma City Thunder Ayağı

Geçtiğimiz ay NBA tarihinin en hareketli takas dönemlerinden birini yaşadık. 20 takımın büyüklü küçüklü takas senaryolarına karıştığı son 4 günde tam 49 oyuncu yer değiştirdi. Takasların üzerinden 1 ay geçti sakatlar oynamaya başladı, oyuncular sistemlere alışıyor ve ligin dengelerini yerinden oynatan bu takas döneminde ses getiren takasların takımlara uzun ve kısa vadede neler katabileceğine bakacağız.

Oklahoma City Thunder:

Takas döneminin son gününde gerçekleşen bu takas basketbol kamuoyunu şaşırtan birkaç takastan birisiydi. Benim sezon başında şampiyonluğun en büyük adayı olarak gördüğüm ve sezon ilerledikçe bunu göz ününe seren Boston Celtics beklenmedik bir şekilde pivot Kendrick Perkins ve guard Nate Robinson’u , forvet Jeff Green pivot Nenad Krstic ve ilk tur hakkı karşılığında Oklahoma’ya gönderdi.

Takasın gerçekleşmesinin nedeni Boston’un sezon sonunda Perkins’i takımda tutmak için gerekli parayı verebilecek finansal imkânlarının olmamasıydı ve oyuncuyu hiç uğruna kaybetmek istemediler. Bu haberi duyanlar oldukça şaşırdı çünkü 3 yıldızının üst düzey oynayabilecek 2 en fazla 3 yılı kalmış gibi gözükürken ve bu yıl şampiyonluğa doğru giderken yara aldılar. Shaq ve Jermaine O’Neal’in sağlık durumu ve performansı bu takası çok akıllı bir hamle olarak adlandırmamıza, onlardan verim alınamaması durumunda ise Danny Ainge takımı şampiyonluktan etti dememize yol açabilir. Takasın Boston tarafını bir sonraki yazımızda ayrıntılı olarak inceleyeceğiz. Şimdi Oklahoma’dan bakınca işler nasıl görünüyor ona bakalım.

Geçen yıl Lakers’a playoffta kök söktüren Thunder’da bu yıl işler çok da iyi gözükmüyordu. İşler iyi gözükmüyordu çünkü bu takımın lig liderliğini zorlaması bekleniyordu. Saha içinde hücumda akıcı bir oyun sergileyemeyen, topu gerektiği gibi dolaştıramayan ve savunmada geçen yılki etkinliği gösteremeyen bir görüntü sergiliyorlar. Ufak bir ihtimalde olsa sezon öncesi acaba finale çıkabilirler mi düşüncesi kafalardaydı. Bu yüzden şu anki derecelerine rağmen Thunder beklenenin altında diyorum.

Ancak Kendrick Perkins’in takıma katılması her şeyi değiştiriyor. Perkins bu ligde Andrew Bynum ve Dwight Howard dahil her uzunun arkasında durabilecek ve onları yardım almadan savunabilecek bir isim. Bogut, Howard, Bynum ve Duncan’la birlikte ligin en iyi 5 savunmacı uzunundan birisi. Onun takıma katılmasıyla Thunder savunma rotasyonunu değiştirebilecektir. Yazının çok kafa karıştırıcı olmaması adına önce savunma açısından sonra hücum açısından bu takasın takıma ne getireceğine bakacağız. Ama hepsinden önce takımdan gidenler neler götürmüş onlara bakalım.

Nenad Krstic boyu uzun olan ancak uzun özelliklerine sahip olmayan bir isim.Sadece orta mesafe atabilen ve ribaundlara ve savunmaya ekstra katkı yapamayan Krstic çok da fazla aranmayacaktır. Çünkü her fırsatta söylediğim gibi Serge Ibaka’nın hücum potansiyeli bilinenden çok daha fazla.

Takımın 3. skoreri Jeff Green’de takımdan gönderildi. Green’in er ya da geç takımdan ayrılması bekleniyordu. Çünkü daha önce de denenen Durant 2 – Green 3 numara dizilişi yeterli efektifliği sağlayamıyordu. Green 4 numara da iken rakiplerine oranla bazı avantajlara sahipti ancak onun yarattığı dezavantajları kapatacak bir pivotlarının olmaması, 4 kısalı bu beşin playofflarun ileri turları için yeterli olmadığını gösteriyordu. Jeff Green kolay kolay vazgeçilecek bir oyuncu değil ancak mevcut durumda gönderilmesi en mantıklı isimdi. James Harden’ın da gönderilmesi düşünülebilirdi ancak Harden henüz beklenen zıplamayı gerçekleştirememiş bir oyuncu. Takas değeri henüz yüksek değil bu yüzden bana göre Oklahoma en mantıklı hamleyi yaptı.

Green’in gitmesi Ibaka’nın 4 numarada daha fazla zaman geçirmesi demek. Aslında 4 numara olan Ibaka mecburiyetten 5 numarada oynuyordu. Geçtiğimiz günlerde 8 blok yapan Ibaka ile yanında Perkins son derece korkutucu bir pota altı oluşturuyor. Pota altında bu ikili olduğunda Thunder kısaları daha dışarıda daha baskılı savunma yapabilir. Rakibin şutu çok zayıf olan oyuncularını riske edebilir. Çünkü içeriye oyuncu kaçırdıklarında arklarında güvenebilecekleri iki koca oğlan, pota altına dalmaya cesaret edenlere tokat atmak için hazır bekliyor olacak. En büyük silahı Kobe değil, Odom-Gasol-Bynum’dan oluşan pota altı olan Lakers’a karşı da ekstra bir önlem.

Hücum yönünden bakıldığında ise Green’in katkısından yoksun olacaklar ancak bu Harden’ın alacağı sürelerin artması demek. Krstic orta mesafe sokabilen bir uzundu, Ibaka’da orta mesafeden şut atabilen bir isim. Bilekleri yumuşak ama şutu üzerinde henüz çok çalışmış değil. Krstic’in ayarında bir şutör kesinlikle değil. Genel olarak bakıldığında Thunder’ın hala sırtı dönük oynayabilen bir uzunu yok. Gelecek sezon Ibaka’nın sırtı dönük oyununu geliştireceğini düşünüyorum ve bu genç kadro, 2-3 yıl sonra Ibaka beklediğim gibi gelişirse, şampiyonluk adayları arasında başı çekicektir.

Bu sezon için konuşmak gerekirse Perkins takviyesiyle Thunder kağıt üstünde sınıf atladı. Spurs ve Lakers haricinde diğer takımlar karşısında Thunder’ı mutlak favori görüyorum. Dallas’ı küçümsememek gerekir ancak onlar her yıl bir şekilde hayal kırıklığı yaşatmayı başarıyorlar. Lakers ve Spurs’e kök söktüreceğini düşündüğüm Thunder’ın finale çıkması beni çok da şaşırtmaz.

Sinan Cem Civili – 3SAYI Basketbol Dergisi

 

Uzun Zaman Sonra Yeniden : Slam Dunk Contest

All Star hafta sonunun en popüler ve beklenen anı hiç kuşkusuz smaç yarışması. Hepimiz yeni birşeyler izlemeyi, harika şovlar görmeyi bekliyoruz. Peki beklediklerimizi bulabiliyor muyuz ? Hayır ! Zaten birkaç yıldır Nate Robinson ve Dwight Howard görmekten bıkmıştık.Nate Robinson’ın kısa olduğu için kolay smaçlarının abartılması. Dwight Howard’ın vuramadığı smaçla kazandığı yarışma. İki oyuncunun popülerliği yüzünden, arada kaynayan diğer isimler. Her geçen sene kan kaybeden yarışma, bu yıl eski parlak günlerine geri döndü.Hem de gelmiş geçmiş en iyi yarışma olarak. Spot ışıklarının en çok parladığı yerde, Los Angelas’ta sıradan bir yarışma yakışmazdı zaten.

Blake Griffin, JaVale McGee, DeMar DeRozan ve Serge Ibaka. Smaç yarışmasını tekrar ayağa kaldıran isimler. Zaten Blake Griffin ve JaVale McGee’den, geçen 5-6 yıldakinden daha iyi performanslar yapmaları bekleniyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse, geçen 5-6 yıldan iyi bir performans sergilemeyi başaramadılar.
Çünkü işi abartıp, tüm zamanların en iyi performanslarına imza attılar. Sadece bu iki isim değil tabii. DeRozan ve Ibaka’da çok harika işler çıkardılar.

Michael Jordan’ın serbest atış çizgisinden uçarak yaptığı smacı hatırlamayanınız yoktur sanırım. Majesteleri tam saha koşar, serbest atış çizgisinin üzerine basar ve zıplayıp smaçını vurur. Smaç yarışması tarihinin efsanelerinden biridirr bu smaç. Daha önce bir adım gerisinden yapmayı deneyip, bir adım önünden yapan Jamario Moon fiyaskosunu da unutmadık. Bir de Dwight Howard’ın deneyip, turnike ve savurma karışımıyla kazandığı yarışma var ki hatırlamak bile istemiyorum. Ibaka’da sahanın diğer ucuna gittiğinde, benzer bir başarısızlık bekliyor olmam(ız) gayet normaldi. Kim beklerdi ki Majestelerinin smacından bile iyisini yapacağını.
Geçtiğimiz yıllarda yarışıp, bu smacı yapsaydı açık ara şampiyon olabilirdi. İkinci smacında ki tiyatral olay zaten hepimizin eğlenmesi için bile yetti. Çocuğun sahaya girmesi, all star sunucusu Cheryl Miller tarafndan (Eski bir WNBA oyuncusu ve Reggie Miller’ın ablası.) durdurulması, Ibaka’dan istenen yardım, hepsi çok iyiydi. İlk denemede smacı kaçırıp oluncağı alması ve
tekrar asılması büyüyü biraz bozdu ama eğlenceli dakikalardı. Oyuncağını alan çocuğu güvenlik tanafından kucaklanıp götürülmesi di es geçilmemeli. Geçtiğimiz yıllarda, bu performansla şampiyonluğu kazanması muhtemel olan Ibaka, ancak son sırayı alabildi. Bu bile, ne kadar iyi bir yarışma izlediğimizin kanıtı adeta.

Son sırayı alan Ibaka’nın performansının, geçtiğimiz yıllarde şampiyonluk kazanmak için yeterli olduğunu söylemiştim. Aynı şey DeRozan ve McGee için de geçerli.

Yarışmanın 3. sırası ise DeRozan’ın oldu. Sakat olan Brandon Jennings’in yerine katıldı DeRozan yarışmaya. Toronto maçlarını pek izlemeyen biri olarak, en çok merak ettiğim isimdi. İlk hakkında oldukca zor bir smaç yaptı. Panyanın tutacağından gelen topu havada alıp, bacak arası smaçla tamamladı. Bu smaçı yapabilecek
oyuncu sayısı 2 elin parmaklarını geçmez. Sonraki hakkında ise yerden sektirdiği topla yaptığı ters değirmen smaç harikaydı. Zaten juriden de 50 tam puan almayı başardı.İşin içine gösteri, eğlence katmayan tek isim oldu DeRozan.

Beklenen isimlerden ilki McGee ise efsaneler arasına girebilecek smaçlarla parkedeydi. İşin eğlence kısmını da çok iyi kurgulamışlar. Dwight Howard’ın normal potadan biraz daha yüksek bir potaya yaptığı smaca atıfta bulurması iyice merak uyandındı.Yanyana iki pota, JaVale McGee ve iki elindiki toplarla, yaratıcılık harikası bir smaç izletti. İki potaya aynı anda vuracağı smaç bile hepimizi etkilemeye yetecekken, kolaya kaçmarı ve toplardan birini panyadan sektirerek, sadece yaratıcı değil aynı zamanda oldukça zor bir iş yaptığını da gösterdi. İkinci smacının öncesinde yaptıkları “3 top neden olmasın ?” açıklaması, JaVale McGee’nin annesi ve eski WNBA oyuncusu Pam McGee’nin ilginç selamı eşliğinde getirdiği “3. top”, jüriye öpücük dağıtarak verdiği rüşvet. DR. J’nin fırsatı kaçırmaması güzel dakikalar yaşattı. Bu bir gösteri gecesi ve bu şovlar işi daha etkileyici kılıyor. İlk smacı kadar etkileyici olmasa da, havada asılı kalıp, el çabukluğuyla 3 topu da smaçlaması güzel ve yaratıcı bir düşünceydi. Bu iş için en çok düşünüp kafa patlatan McGee olmuş. Final turunda potanın altından ters eliyle yaptığı ters smaç kusursuzdu. Yaptığı sıralama hatası Griffn’le baş etmesini engelledi. Her turda bir öncekinden daha kolay smaçlar yapan McGee, ikincilikle yetindi. Ama önümüzdeki yıllarda yaratıcılığı ve becerisiyle, hayran bırakmaya devam edeceği bir gerçek.

Ve en çok merak edilen isim Griffin. Yarışmaya katılacağı kesinleştikten beri, herkes Hellboy’un neler yapıcağını bekliyor. Hatta arabanın üzerinden yapacağı smaçın dedikoduları dolaşıyordu. Büyük geceye Griffin sade ama mükemmel bir çift el, 360 smaçla başladı. Sade dememin nedeni basit bir smaç olması değil tabi ki. Diğer smaçlar gibi şovlarla süslenmemiş olması. Yaptığı smaçın oldukça zor olduğu bir gerçek ama Vince Carter’ın bu smaçları maç içinde yaptığını da unutmadık. Hellboy’un ikinci smacı biraz doğaçlama oldu. DeRozan’ın bacak arası smacını yapacak olan Griffin, aynı olmaması için parke üzerinde fikir değiştirdi. Baron Davis’in panya kenarına çarptırarak attığı pası, değirmenle tamamladı. McGee’ile tamamen ters strateji uygulayan Griffin, zorları sona sakladı. Finaldeki ilk hakkında tanıdık bir smaç vardı.Vince Carter’ın dirsek smacını herkes bilir.
Griffin, Carter hayranı olouğunu (Benim tahminim) bu smacında da gösterdi. Klasik dirsek smaçı yerine, topu panyadan sektirerek yaparak işi biraz daha zorlaştırdı. Son smaçın da ise işi ne kadar ciddiye aldığını gösterdi. Basında yazıldığı gibi salona getiriyen araba, salonun ortasına gelen koro hapsi harikaydı. Gerçi beklentileri karşılayan bi smaç izlemedik.Herkes, Griffin’in tavanın üzerinden yapıcağı smaçı bekliyordu. Griffin’in tercihi ise, çatı penceresinden pası atan Baron Davis’in topunu, motor kapağından geçerek tamamladı. En basit smaçlardan biri de olsa, Hellboy şovlarla bu işin üstesinden geldi. Tabi ki asıl şovu önümüzdeki yıllara saklamış olması da olası.

Önümüzdeki yıllarda McGee ve Griffin çekişmesini daha çok görecek gibiyiz. Önümüzdeki yıllarda da Ibaka ve DeRozan gibi iyi işler çıkartan isimler olduğu sürece, keyifle izlenesi smaç yarışmaları geri gelecektir. Şimdiden Orlando’daki yarışmayı iple çektiğimi söylesem yeridir.

Anıl Kalay

 

SLAM DUNK EFSANELERİ

JULİUS ERVİNG: Slam Dunk’a 3 defa katılan Dr.J, ilki NBA çatısı altında olmasa da ABA yönetimi tarafından 1976 yılında düzenlenen Slam Dunk’ı David Thompson’ın önünde kazandı.Bu yarışmada faul çizgisinden zıplayarak yaptığı smaç ona şampiyonluğu getiren smaçtı. Diğer katıldığı iki yarışmada gerek yaşının verdiği dezavantaj, gerekse yarışma sırasında yaşadığı şanssızlıkların da etkisiyle başarılı olamamıştı. Havaların doktoru olarak anılan oyuncu tarihteki ilk Slam Dunk efsanesiydi.

 

MİCHAEL JORDAN: Yaptığı smaçlarla ‘’AİR’’ lakabını alan Jordan belki de smaç şampiyonalarının en başarılı ismiydi.1987 ve 1988 senelerinde ark arkaya smaç şampiyonu olurken bunu başaran ilk isim oluyordu. Ayrıca NBA’ye geldiği ilk senede yarışmaya katılan Jordan, bir başka efsane Dominique Wilkins tarafından alt edildi, fakat Jordan bu yenilginin acısını 1988 senesinde Wilkins’i finalde yenerek çıkartmıştı. En önemli Smaçları; Faul çizgisinden uçarak yaptığı smaç ve ‘Kiss The Rimm’ adı verilen smacıydı.

 

VİNCE CARTER: Slam Dunk’ın popülaritesini kaybetmeye başladığı zamanlarda ortaya çıkan Vince Carter, 2000 yılında kazandığı şampiyonlukla Slam Dunk’a yeni bir boyut kattı. Carter, 1998 yılında düzenlenmeyen,1999 yılında ise lokavt nedeniyle düzenlenemeyen Slam Dunk yarışmasında yaptığı birbirinden yaratıcı smaçlarla efsaneler arasında ismini yazdırmayı başardı. Yarışmada yaptığı ilk smaçtan sonra bir başka Smaç efsanesi Kenny Smith ‘yarışma bitmiştir, hadi Carter’a kupasını verelim, evimize gidelim’ demişti.Bu smaç efsanesinin lakabı ise o zamanlar Toronto’da oynaması ve Michael Jordan’ın smaç konusunda veliahtı olması sebebiyle Air Canada’dır.

 

DOMİNİQUE WİLKİNS: Çift ayak sıçramasıyla diğer bütün smaçcılardan ayrılan The Human Highlight lakaplı oyuncu yarışmayı 1985 ve 1990 yıllarında kazandı. Smaçlarını onun kadar güçlü bir şekilde yapabilen ikinci bir oyuncu daha yoktu. O smaç yaparken bazen potayı kıracak hissine kapılmamanız mümkün değildi. Özellikle yaptığı Windmill(Değirmen) smacıyla tam bir fenomen haline gelmişti. Ayrıca kazandığı 2. şampiyonluğu 30 yaşında kazanarak smaç şampiyonu olan en yaşlı oyuncu ünvanını elinde bulundurmaktadır.

 

SPUD WEBB: Slam Dunk şampiyonu olan en kısa basketbolcu olan Anthony ‘Spud’ Webb sadece 168cm’di. Ayrıca NBA tarihinde oynamış en kısa 3. oyuncudur. Yarışmaya 3 kez katılan oyuncu ilk seferi olan 186 yılında Dominique Wilkins’in önünde şampiyonluğa ulaştı.

 

JASON RİCHARDSON: Yarışmaya 3 kez katılan J-Rich bunlardan ilk ikisini yani 2002 ve 2003’teki şampiyonaları kazanarak Michael Jordan’ından sonra 2 kez üst üste smaç şampiyonu olan ilk isimdi. J-Rich yaptığı tersten bacak arası smacıyla kimilerine göre smaç şampiyonaları tarihinin en zor smacını gerçekleştirmiştir.

 

HAROLD MİNER: NBA kariyerine ‘Baby Jordan’ lakabıyla başlayan ve bu günlere kadar gelen Jordan karşılaştırmalarında en büyük hayal kırıklığına uğratan oyuncu olan Harold Miner, NBA’de sadece 3.5 sezon tutunabildi ve bu 3.5 sezona 2 Slam Dunk şampiyonluğu sığdırmayı başardı. Bu yarışmayı Michael Jordan ve Dominique Wilkins’ten sonra iki kez kazanan ilk oyuncu oldu. Özellikle yaptığı Double Clutch smacıyla izleyenleri büyüleşmişti.

 

NATE ROBİNSON: 175cm boyuyla Slam Dunk şampiyonu olan en kısa 2. oyuncudur. Yarışmaya 4 kez katılan oyuncu 3 kez kazanarak NBA tarihinde 3 kez kazanan tek oyuncu olmayı başardı. Ama gerek ilk şampiyonluğunda Andre İguodala karşısında gerekse 2.şampiyonluğunda Dwight Howard karşısında kazandığı şampiyonlukları hak etmediği iddaa edildi.

BLAKE GRİFFİN: Ve son şampiyon… Yaptığı smaçlarla ve smaç yarışması öncesinden getirdiği heyecanla, bitti denilen smaç yarışmasını yeniden zirveye taşıdı. Smaç yarışmaları tarihindeki en yüksek reytinge ulaşıldı bu sene. Tabiî ki bu başarıda Blake Griffin kadar yarışmadaki diğer tüm katılımcıların birbirinden güzel smaçlarının da katkısı büyük. Her smacı büyük heyecan uyandıran Blake Griffin özellikle potadan sektirdiği topu dirseğini sokarak tamamladığı smaç ve büyük bölümü showdan ibaret olsa da son smacında araba kaputunun üstünden geçerek yaptığı smaçla, adını tarihe altın harflerle yazdırmayı başardı.

Ege YENİCE

Semih Erden Cleveland’lı Oldu

Nba deki temsilcilerimizden Semih Erden, 2. Tur Draft hakkı karşılığında, Luke Luke Harangody ile birlikte Cleveland Cavaliers’ın yolunu tuttu.

Semih Erden ilk sezonunu yaşadığı Boston Celtics’te 4.1 sayı, 2.9 ribaund ortalamalarıyla forma giydi.

Harangody de 2.3 sayı ve 8.6 süre ortalamalarıyla forma giyiyordu.

Deron Williams New Jersey’de

Takas döneminin kapanmasına 20 saat kala takaslar sürüyor. Son günlerde Jerry Sloan ile tartışması ile gündemde olan Williams, New Jersey’e takas oldu.

Bu takasla birlikte Utah Jazz, Nets’den Devin Harris, Derrick Favors, 3 Milyon Dolar ve İlk iki tur draft haklarını aldı.

Sloan ve Williams arasındaki tartışmalardan sonra Sloan görevinden istifa etmişti.

Carmelo Takası ve Beklentiler

Bu sezon maçlardan bile daha fazla konuşulan, tartışılan tek bir şey vardı : olası bir Carmelo Anthony takası. Evet, bu oldu ama istenen şekilde mi ? Kim karlı ? Ne değişti ? Bu soruların hepsine kendi adıma cevap aradım, bunun sonucunda da bu yazı ortaya çıktı.

Takas ;

Denver :  Wilson Chandler, Raymond Felton, Danilo Gallinari, Timofey Mozgov, 1 ilk tur draft hakkı ve 3 milyon dolar nakit.

New York :Carmelo Anthony, Chauncey Billups, Shelden Williams, Anthony Carter ve Renaldo Balkman.

Bunun yanında New York ile Minnesota arasında da ufak bir takas oldu. Knicks Anthony Randolph ve Eddy Curry’yi göderirken Minnesota’dan Corey Brewer’ı aldı. Ama ben asıl takas üzerinde durmak istiyorum.

KİM NE KADAR KARLI ?

Değerlendirmeye takasın esas adamının gittiği takım ile başlayalım, New York Knicks. New York için Carmelo’yu almak sanılandan çok daha fazla önemliydi aslında. Çünkü geçen sene LeBron söylentileri çok vardı ve sonunda LeBron Miami’ye gitti. Genel tabloda New York başarısız dendi(Sadece bu olay hakkındaki politikadan bahsediyorum). Eğer bir de Carmelo’yu alamamış olsaydı New York özellikle son 1 aydır NBA’de en çok konuşulan olay buyken, yerden yere vurulurdu. Carmelo ve LeBron arasında bir de fark var. LeBron asla çıkıp da ‘Ben New York Knicks forması giymek istiyorum’ demedi. Ama Melo dedi. Bunun üzerine taraftar baskısı da eklenince Carmelo’yu almamak Knicks’in saygınlığına en büyük darbeyi vururdu.

Peki hepsi tamam da Denver’dan şimdi ya da yıl sonunda bi şekilde zaten ayrılacağı bilinen Carmelo için 2 ilk beş oyuncunu, 6. adamını ve gelecek vaadeden bir uzunu vermek gerekir miydi ?

Aslında bu sorunun cevabını bir eşleştirmeyle aramak istiyorum. Takas öncesi Knicks(Felton-Fields-

Gallinari-Amare-Mozgov) ve takas sonrası Knicks(Billups-Fields-Carmelo-Amare-Turiaf).

New York her ne kadar çok önemli oyuncularını vermiş olsa da takas sonrası daha iyi bir takım görüntüsünde olmaları bekleniyor(en azından kağıt üzerinde). Takas öncesi ilk 5, 28-26  ile All-Star arasına girdi. Yeni ilk 5 daha iyisini yapabilir mi ? Kesinlikle yapabilir.

Billups – Felton değişikliği üzerinde hiç durmadım, çünkü gerekmiyor bile. Billups şampiyonluk yaşamış ve playofflarda baya bi zaman geçirmiş, dolayısıyla o havayı bilen bir oyuncu. New York’un da hedefi bu takasla playofflarda başarı bazlı olduğundan bu kesinlikle takıma olumlu yansıyacaktır. Ama Billups 34 yaşında ve belki de son 2 yılını oynuyor. Başarı bu kadar yakın zamanda mı bekleniyor sorusuna 2. kısımda değineceğim.

Tüm bu faktörler ele alındığında bana göre New York iyi bir takas yapmıştır. Eskisine göre daha iyi bir ilk 5’i ve 2 süperstarı var.

Şimdi sıra geldi Nuggets’a. Nuggets açısından öyle uzun uzun konuşacak bir durum yok. Gitmek isteyen Carmelo’ya karşı 3 tane maç başına sayı ortalaması en az 15 olan ve aralarında en büyüğü 26 yaşında olan oyuncu + Mozgov. Her ne kadar yıldız kaybetmek Denver’a bir darbe olacaksa da Nuggets alabileceği en iyi karşılığı aldı ve Melo’nun eksikliğini en aza indirgediler. Dolayısıyla Nuggets yapabileceği en iyi takası yaptı.

GELECEKTE NELER OLACAK ?

Yine New York’la başlıyorum ve kısacası yakın gelecekle ilgili herhangi bir değişiklik olacağını düşünmüyorum. Bu seneyi baz alırsak New York’un playofflara 6 ile 8. sıralar arasında gireceği görüntüsü var. Dolayısıyla ilk turda eşleşecekleri takımlar, son 3 yılda 1 şampiyonluk ve bunun dışında 1 final oynayan Boston, Wade-LeBron-Bosh üçlüsünün şampiyonluğa aç takımı Miami, Dwight Howard’lı ve oturmuş bi sistemi olan(kısacası son 3 yıldır playofflarda nispeten başarılı) Orlando ve çok hayati sakatlıklara rağmen doğu zirvesine oynayan inanılmaz kenetlenmiş Bulls. Bunların hangisini eleyebilir ki ilk turu geçsin.

Biraz daha geniş çaplı bakarsak, en azından önümüzdeki 3-4 yıl için, Bulls şampiyonluk kalibresinde bir takım olmak için oynuyor ve gelecek yıllarda buna kesinlikle adaylar. Orlando artık Howard’ın etrafına doğru oyuncuları doğru sistemde yerleştirmesini biliyor, ya da aksini düşünenler var ise öğrenmelerine çok az kaldı. Miami’yi anlatmaya gerek yok, önümüzdeki 5 sezonda öyle yada böyle favoriler. Bir tek Boston zamanın yanında değil de karşısında olan taraf(ki o da önümüzdeki yıl için de geçerli olacağını düşünmüyorum, belki 2-3 sene sonra).

Bu görüntüde New York bu kadroyla bile geçtim şampiyonluk adayını, Doğu Finali adayı bile henüz değil. Bu takas elbette ki başarı için yapılmış bir takastır ama asıl sebep başarıdan da önce New York’ a ‘artık bir şansımız var’ inancını ve heyecanı aşılamak. Ama sadece şans.

Denver’a gelirsek tablo pek iyi değil. Batıda yedinciler ve bu akşam oynayacakları Memphis maçını kaybettikleri koşulda(Carmelo ve Billups’sız oynayacaklar) birden dokuzuncuşuğa düşüyorlar. Elde ettikleri oyuncuların hepsi çok kaliteli ve gelecek vaadediyorlar. Ama bu sezon ne kadar sürede şehire, yeni koçlarına, yeni takım arkadaşlarına alışacakları çok önemli. Zira, Utah’ın playofflara girme şansının kalmadığını düşünen biri olarak Denver’ı sene sonunda 8. sırada görebiliyorum. Bu durumda 8. lik için tek ciddi rakipleri Phoenix. (Memphis’i saymadım çünkü onlara 7. lik daha yakın).

Tüm bu değerlendirmelerime göre şunu söyleyebilirim ki, bu takas çok büyük bir takastı, özellikle takımlardan birinin New York olması ve içinde Carmelo Anthony’yi barındırması açısından. Ama tüm NBA bazında ne değişti derseniz eğer cevabım şu olurdu ‘HİÇBİRŞEY’

Sabırla bu nispeten uzun yazımı okudğunuz için teşekkür ederim. Sıra artık New York maçlarını izlemekte..