Kategori arşivi: Cihat Cemal Özdemir

Carmelo Takası ve Beklentiler

Bu sezon maçlardan bile daha fazla konuşulan, tartışılan tek bir şey vardı : olası bir Carmelo Anthony takası. Evet, bu oldu ama istenen şekilde mi ? Kim karlı ? Ne değişti ? Bu soruların hepsine kendi adıma cevap aradım, bunun sonucunda da bu yazı ortaya çıktı.

Takas ;

Denver :  Wilson Chandler, Raymond Felton, Danilo Gallinari, Timofey Mozgov, 1 ilk tur draft hakkı ve 3 milyon dolar nakit.

New York :Carmelo Anthony, Chauncey Billups, Shelden Williams, Anthony Carter ve Renaldo Balkman.

Bunun yanında New York ile Minnesota arasında da ufak bir takas oldu. Knicks Anthony Randolph ve Eddy Curry’yi göderirken Minnesota’dan Corey Brewer’ı aldı. Ama ben asıl takas üzerinde durmak istiyorum.

KİM NE KADAR KARLI ?

Değerlendirmeye takasın esas adamının gittiği takım ile başlayalım, New York Knicks. New York için Carmelo’yu almak sanılandan çok daha fazla önemliydi aslında. Çünkü geçen sene LeBron söylentileri çok vardı ve sonunda LeBron Miami’ye gitti. Genel tabloda New York başarısız dendi(Sadece bu olay hakkındaki politikadan bahsediyorum). Eğer bir de Carmelo’yu alamamış olsaydı New York özellikle son 1 aydır NBA’de en çok konuşulan olay buyken, yerden yere vurulurdu. Carmelo ve LeBron arasında bir de fark var. LeBron asla çıkıp da ‘Ben New York Knicks forması giymek istiyorum’ demedi. Ama Melo dedi. Bunun üzerine taraftar baskısı da eklenince Carmelo’yu almamak Knicks’in saygınlığına en büyük darbeyi vururdu.

Peki hepsi tamam da Denver’dan şimdi ya da yıl sonunda bi şekilde zaten ayrılacağı bilinen Carmelo için 2 ilk beş oyuncunu, 6. adamını ve gelecek vaadeden bir uzunu vermek gerekir miydi ?

Aslında bu sorunun cevabını bir eşleştirmeyle aramak istiyorum. Takas öncesi Knicks(Felton-Fields-

Gallinari-Amare-Mozgov) ve takas sonrası Knicks(Billups-Fields-Carmelo-Amare-Turiaf).

New York her ne kadar çok önemli oyuncularını vermiş olsa da takas sonrası daha iyi bir takım görüntüsünde olmaları bekleniyor(en azından kağıt üzerinde). Takas öncesi ilk 5, 28-26  ile All-Star arasına girdi. Yeni ilk 5 daha iyisini yapabilir mi ? Kesinlikle yapabilir.

Billups – Felton değişikliği üzerinde hiç durmadım, çünkü gerekmiyor bile. Billups şampiyonluk yaşamış ve playofflarda baya bi zaman geçirmiş, dolayısıyla o havayı bilen bir oyuncu. New York’un da hedefi bu takasla playofflarda başarı bazlı olduğundan bu kesinlikle takıma olumlu yansıyacaktır. Ama Billups 34 yaşında ve belki de son 2 yılını oynuyor. Başarı bu kadar yakın zamanda mı bekleniyor sorusuna 2. kısımda değineceğim.

Tüm bu faktörler ele alındığında bana göre New York iyi bir takas yapmıştır. Eskisine göre daha iyi bir ilk 5’i ve 2 süperstarı var.

Şimdi sıra geldi Nuggets’a. Nuggets açısından öyle uzun uzun konuşacak bir durum yok. Gitmek isteyen Carmelo’ya karşı 3 tane maç başına sayı ortalaması en az 15 olan ve aralarında en büyüğü 26 yaşında olan oyuncu + Mozgov. Her ne kadar yıldız kaybetmek Denver’a bir darbe olacaksa da Nuggets alabileceği en iyi karşılığı aldı ve Melo’nun eksikliğini en aza indirgediler. Dolayısıyla Nuggets yapabileceği en iyi takası yaptı.

GELECEKTE NELER OLACAK ?

Yine New York’la başlıyorum ve kısacası yakın gelecekle ilgili herhangi bir değişiklik olacağını düşünmüyorum. Bu seneyi baz alırsak New York’un playofflara 6 ile 8. sıralar arasında gireceği görüntüsü var. Dolayısıyla ilk turda eşleşecekleri takımlar, son 3 yılda 1 şampiyonluk ve bunun dışında 1 final oynayan Boston, Wade-LeBron-Bosh üçlüsünün şampiyonluğa aç takımı Miami, Dwight Howard’lı ve oturmuş bi sistemi olan(kısacası son 3 yıldır playofflarda nispeten başarılı) Orlando ve çok hayati sakatlıklara rağmen doğu zirvesine oynayan inanılmaz kenetlenmiş Bulls. Bunların hangisini eleyebilir ki ilk turu geçsin.

Biraz daha geniş çaplı bakarsak, en azından önümüzdeki 3-4 yıl için, Bulls şampiyonluk kalibresinde bir takım olmak için oynuyor ve gelecek yıllarda buna kesinlikle adaylar. Orlando artık Howard’ın etrafına doğru oyuncuları doğru sistemde yerleştirmesini biliyor, ya da aksini düşünenler var ise öğrenmelerine çok az kaldı. Miami’yi anlatmaya gerek yok, önümüzdeki 5 sezonda öyle yada böyle favoriler. Bir tek Boston zamanın yanında değil de karşısında olan taraf(ki o da önümüzdeki yıl için de geçerli olacağını düşünmüyorum, belki 2-3 sene sonra).

Bu görüntüde New York bu kadroyla bile geçtim şampiyonluk adayını, Doğu Finali adayı bile henüz değil. Bu takas elbette ki başarı için yapılmış bir takastır ama asıl sebep başarıdan da önce New York’ a ‘artık bir şansımız var’ inancını ve heyecanı aşılamak. Ama sadece şans.

Denver’a gelirsek tablo pek iyi değil. Batıda yedinciler ve bu akşam oynayacakları Memphis maçını kaybettikleri koşulda(Carmelo ve Billups’sız oynayacaklar) birden dokuzuncuşuğa düşüyorlar. Elde ettikleri oyuncuların hepsi çok kaliteli ve gelecek vaadediyorlar. Ama bu sezon ne kadar sürede şehire, yeni koçlarına, yeni takım arkadaşlarına alışacakları çok önemli. Zira, Utah’ın playofflara girme şansının kalmadığını düşünen biri olarak Denver’ı sene sonunda 8. sırada görebiliyorum. Bu durumda 8. lik için tek ciddi rakipleri Phoenix. (Memphis’i saymadım çünkü onlara 7. lik daha yakın).

Tüm bu değerlendirmelerime göre şunu söyleyebilirim ki, bu takas çok büyük bir takastı, özellikle takımlardan birinin New York olması ve içinde Carmelo Anthony’yi barındırması açısından. Ama tüm NBA bazında ne değişti derseniz eğer cevabım şu olurdu ‘HİÇBİRŞEY’

Sabırla bu nispeten uzun yazımı okudğunuz için teşekkür ederim. Sıra artık New York maçlarını izlemekte..

2011 MVP’si Daha Şimdiden Belli mi?

Sezonun yarısından biraz fazlasını geride bırakmış durumdayız ve MVP tartışması da en az playofflar kadar ilgi gören bir konu durumunda. LeBron üstüste 3. kez MVP olabilecek mi ? Yoksa bu ödülü hakeden isim Noah ve Boozer eksikliklerine rağmen Chicago Bulls’un doğu zirvesinden sadece 2 maç aşağıda olmasını sağlayan Derrick Rose mu ?

Bu iki en çok öne çıkan ismin arkasından da Dwight Howard, Kevin Durant ve Kobe Bryant geliyor. Tahminimce Dallas’ın yükselen performansıyla Nowitzki de bu listeye girer.

Benim kişisel tercihim kesinlikle D.Rose. Belki oyun stiliyle örnek bir oyun kurucu olmayabilir ama bir oyuncunun takımına verebileceği herşeyi verebiliyor. İnanılmaz verimli oynarken Bulls’a, takımının 2. ve 3. en iyi oyuncularının eksikliğini bile nispeten hissettirmedi (Maç sonuçları da bunu doğrulamakta). Ama ;

MVP LeBron James

Normal sezon bugün sona erse MVP büyük ihtimal Lebron James seçilecektir. Nedenlerine gelirsek :

Son 20 yılda seçilen MVP’lere bakarak şunu söyleyebiliriz ki bu ödül genellikle maçlarının yüzde 75’ini veya üstünü kazanan takımların en iyi oyuncusuna veriliyor.

Ayrıca aranan bir diğer şart da genellikle skor olmak üzere herhangi bir istatistik türünde(skor,asist,rebound) lider olmak. Ya da PER’de (Player Efficiency Rating) üst sıralarda bir yer edinmek.

Son 20 yılın istatistiklerine göre; 17 MVP sezonu birinci ya da ikinci tamamlayan takımdan seçilirken, 2 MVP sezonun üçüncü bitiren takımdan ve 1 MVP de sezonu dördüncü bitiren takımdan seçilmiştir (2005-2006 yılı MVP’si Steve Nash).

MVP’nin seçildiği takımın sezonda kazandığı maç sayısı ortalama 62’dir. Bu da yaklaşık yüzde 75 kazanma yüzdesine tekabul etmektedir. (1998-1999 lokavtı hariç istatistikler)

Yani kısacası son 20 yılın istatistiklerine bakarsak yüzde 75 ortalamaya ulaşamayan ve ilk 4’e giremeyen takımlardan MVP hiç seçilmemiş.

Bunu günümüze uyarladığımızda 19 Şubat 2011 itibariyle ligin ilk 4 takımı;

1.San Antonio 46-10 (yüzde 82)
2.Boston Celtics 40-14 (yüzde 74)
3.Miami Heat 41-15 (yüzde 73)
4.Dallas Mavericks 40-16 (yüzde 71)

Bu 4 takımın ardından da Lakers ve Chicago gelmekte.

Yani MVP bugün seçilecek olsa en gerçekçi isimler Ginobili, Kevin Garnett, LeBron James ve Dirk Nowitzki olur.

Player Efficiency Rating yani oyuncu veririmlilik puanına göre ligin en iyi oyuncusu LeBron James.

2+2=4 kadar kolay bir formülle, düşünmeye bile gerek kalmadan LeBron 3. kez üstüste MVP olacak.

Player Efficiency Rating’de LeBron’dan bir sonra gelen isim ise Dwight Howard, ardından Chris Paul ve sonra sırasıyla Kobe Bryant ve Dwyane Wade. İlk 5 isimden sadece LeBron ve Wade ligin en iyi 4 takımı arasında girmekteler.

Benim favori seçimim Rose ve D.Howard için bir MVP şansı varsa tek çareleri daha çok maç kazanmak ve ilk 4’e girmek.. Bunun da olma ihtimalini düşünürsek 2011 MVP’si Daha Şimdiden Belli.

Cihat Cemal Özdemir

Deron Williams ve Utah’ın Geleceği

Bu sıralar NBA’i takip eden herkesi en çok şaşırtan haber heralde Jerry Sloan’ın ani istifasıdır. Evet; ani çünkü Utah’la 1 yıllık sözleşme uzatmasının üstünden daha 1 hafta geçmemişti. Sonra TV’yi açıp bakıyorsunuz ve Jerry Sloan istifa etmiş.

Utah ile 23 yıllık koçluk kariyeri hakkında sayfalar dolusu hatta sayfayı falan geçtim kitaplar dolusu yazı yazılabilir. Utah Jazz deyince herkesin aklına ilk gelen isimdir Sloan. Öyle büyük bir isimdir ki bu haber sırf Utah’ı değil hemen hemen herkesi üzdü. Buna basın aracılığı ile üzüldüğünü belirten ya da saygısını ileten insanlar arasına John Stackton, Doc Rivers, Kyle Korver, Charles Barkley, LeBron James, Tracy McGrady, Dwyane Wade, Carlos Boozer ve bunun gibi birçok isim de dahil (Deron Williams bile).

Ben bu 23 yıla saygı duyuyorum ama bunun incelemesini yapmamayı yeğeliyorum çünkü konuşmak istediğim şey Utah’ın geçmişi yerine geleceği ve Utah’ın seçenekleri.

1. Deron Williams’ı Elde Tutmak

2 ucu keskin bıçak dedikleri bu olsa gerek. Deron Williams’ın da Sloan’un hemen ardından gitmesi taraftarları yıkabilir. Çünkü eğer Utah Williams’ı da kaybederse kısa ve hatta belki de orta vadede beklentilerini çöpe atmış olacak.

O zaman Williams gönderilmesin hanesine geçelim. Aslında bu daha da riskli çünkü bildiğiniz üzere bu istafa yüzünden şu anda taraftarlar, medya hatta organizasyondan bazı kişiler Deron Williams’ı suçlamakta. Williams şu anda Utah’ta suçlu ilan edildi gibi bir durum var ve bunun değişip değişmeyeceğini ya da değişirse de bunun sürecini tahmin etmek çok zor. Eğer bu tutum değişmezse ve Deron’a yeterli destek verilmezse onun gitmemesi için hiç bir sebep göremiyorum. Bu yüzden Williams’ın etrafına bir yapı kurulmaya başlanması onun da tıpkı LeBron ya da Bosh gibi bırakıp gitmeyeceğini bilemeyeceğiniz için çok riskli ve sonunuz Cavaliers yada Raptors gibi olabilir.

2. Deron Williams’ı Takas Etmek

Eğer Deron Williams organizasyondan, basından ya da taraftardan gerekli desteği alamayacaksa üzerinde durulması gereken budur. Hepimiz biliyoruz ki onu takımında istemeyen bir koç ya da GM yoktur. Takas dönemi sonu olan 24 Şubat’a kadar Williams’ı elde etmek için çalışmalara belki de dünden itibaren başlanmıştır. Amerikan kaynaklı spor haberleri sitelerinde daha şimdiden bile isimler görmeye başladım. Bir habere göre New York Knicks, Williams için Raymond Felton, Danilo Gallinari ve Landry Fields gibi isimleri gözden çıkarmaya hazırmış. Doğruluğunu bilemem çünkü daha dün bu takım Carmelo için yanıp tutuşuyordu ve bu sadece haberlerden biri. New Jersey Nets başta olmak üzere Houston Rockets ve Dallas Mavericks’in bile dedikodularda ismi geçmeye başladı.

Karar Ne Olacak ?

Karar her ne olacaksa olsun kesinlikle beklemekten iyidir. Utah Jazz ya arkasında durmalı ve onun üzerine takımı şekillendirmelidir ya da onu 24’üne kadar takas etmelidir. Eğer bu ikisinden biri gerçekleşmezse koz hep Williams’ın elinde olacak. Takımda huzursuzluk çıkardığı takdirde tıpkı Carmelo gibi değeri iyice düşer ve ya kontrat sonunda takımı terkeder yada kontratının sonu zaten yaklaşığı için kimse kabul edilebilir bir teklifle gelmez Utah’a. Sonuçla kaybeden Utah olur (Biraz erken olacak belki ama tıpkı Denver gibi).

Bu durumda verilmesi gereken karar şudur Utah tarafından yada taraftarından. ‘D-Will Sloan’un istifasına sebep oldu sevmiyoruz !’mu, yoksa ‘Sloan’dan sonra onu da kaybetmeyelim, nasıl toparlarız sonra ?’ mı ?

Aslında kararı verecek olan kişi Utah GM’i, sahibi vb biri değil. Utah halkı ve yerel basın başta olmak üzere organizasyona inanan ve destekleyen herkesin kararı. Onların vereceği kararı da takip eden günlerde yada haftalarda göreceğiz. Umarım Utah için en iyisi olur..

Cihat Cemal Özdemir

Doğu Konferansı Zirvesi ve Adaylar

Doğu inanılmaz bir çekişmeyle şekillenirken 4 büyük takım zirveye oynuyor. Bu takımlar ise tabii ki Boston, Miami, Chicago ve Orlando. Bu arada Atlanta da süpriz bir şekilde bu takımların arasına girmiş bulunmakta. Orlando’nun 1.5 maç önündeler ama sezon sonuna yaklaşırken orda bulunmaya devam etmeleri oldukça düşük ihtimal.

Bu bahsettiğim 4 takım teker teker incelendiğinde ortaya şu notlar çıkıyor :

Orlando Magic

Orlando son maçlardaki istikrarsızlığı yüzünden biraz tehlikede. Son 15 maçın 8’ini kaybederken yerlerini de Atlanta’ya kaptırdılar. Takas öncesi ve takas sonrası galibiyet oranları da şaşırtıcı olsa da aynı : 16-10.

Ama sadece kazanıp kaybettiklerine değil de form olarak bakarsak durum o kadar da kötü görünmüyor. 11 sayı ile kaybettikleri Boston maçında sadece skorda yenildiler. Arenas 7 de 0 la oynadı vs. Yani her zaman olmayacak ve sonradan düzeltilebilir değişkenler ile yenildiler. Son 5 galibiyetlerinin de hepsi çift haneli farklarla son buldu.

Orlando yüzde 50 ve üstü galibiyet oranı olan takımlara karşı 7 maç üstüste kaybetti ve bu da demek oluyor ki güçlü takımlara karşı iyi oyunlarını sürdüremiyorlar. Özellikle en çok yapılan değerlendirme de Rondo, Rose gibi rakibin oyun kurucularını savunmakta zorluk yaşıyorlar ve defansta da D.Howard’a her zamankinden daha fazla muhtaçlar.

Chicago Bulls

Açıkçası Bulls, Noah ve Boozer sakatlıklarından dolayı biraz sürpriz bir şekilde ilk 3’e giriyor. Derrick Rose kendisinden beklenenin fazlasını verebildi bu takıma ve neredeyse tek başına takımını ayakta tuttuğu maçlar oldu. Çoğu kişi Bulls’u hücum basketbolu oynuyor görse de aslında ofansif verimlilikleri NBA ‘de sadece 18. sırada. Yani Chicago da aslında bir defans takımı ve Noah sağlıklı olarak takımına döndüğü anda oyunları bir kademe daha iyi olacak.

Tüm bunlar olurken maç takvimleri Bulls’a oldukça yardımcı oldu. Chicago şimdiye kadar ligin en kolay 2. fikstürüne sahipti ve bunun üstüne bir de 49 maçn 27’sini evlerinde oynadılar. Noah’ın sakatlığı olabilecek en iyi zamana denk geldi aslında, çoğunlukla kolay maçlara. Bugünkü Portland maçıyla beraber son 33 maçlarının 19’unu deplasmanda oynayacaklar.

Miami Heat

Miami Heat 9-8 ile başladıklarına sezona 28-6 ile devam ederek doğu zirvesine aday oldular. Bu 28-6 lık serileri ise tüm NBA ‘ de kazanma yüzdesi en yüksek olan seri oluyor (Evet, Spurs’ten bile daha iyi bir dönem). Dolayısıyla kötü starta rağmen muhteşem bir geri dönüşle diğer takımların gözünü oldukça korkutuyorlar.

Ama Miami de aynı Chicago gibi fikstüründen yardım alan bir diğer takım. Kalan maçları oynadıklarına oranla daha zor. Özellikle All-Star arasından sonra 13 maçlık bir döneme girecekler ve bu 13 maçın 12’si yüzde 50 ve üstünde galibiyet oranı olan takımlarla olacakken 7 maç da NBA ‘in elit takımlarıyla oynanacak. Bu dönem Heat için en belirleyici sınav olacak. Dolayısıyla LeBron, Wade ve Bosh’un özellikle bu dönemde çok sağlıklı kalması gerekiyor.

Boston Celtics

Herkesin beklediği gibi Celtics doğunun zirvesinde. Fakat olumsuzdan başlamak istiyorum. Sezona 23-4 ile Christmas ‘a kadar neredeyse kusursuz bir yüzdeyle başladılar fakat devamında 15-8 yaparak hafiften çatırdadılar. Evlerinde de toplamda sadece 14 maçları kaldı.

İyi olan ise doğunun en kolay fikstürüne sahipler. Kalan 32 maçın sadece 12’si yüzde 50 ve üstü galibiyet alan takımlara karşı. Ayrıca Boston bu hafta oynayacakları Lakers ve Miami maçlarıyla da zor maçlarını da oldukça azaltmış olacak.

Zirve için en büyük rakipleri şu an Heat gibi görünüyor ve bu pazar günü oynanacak olan Boston – Miami maçı bu bakımdan inanılmaz önemli. Bu maçın zirve mücadelesindeki yeri çok belirleyici olarak değerlendiriliyor.

Cihat Cemal Özdemir

Kevin Love ve İstatistikleri

Bu haftaya damgasını vuran olay kuşkusuz ki All-Star Batı takımına Yao Ming’in yerine Kevin Love’ın seçilmesiydi. Çoğu kişi LaMarcus Aldridge’in bu onura ulaşmasını umuyordu. Çünkü Portland 27-24 ile playoff potasına giriyor ve bunca sakatlığa rağmen takımın ayakta kalmasını sağlayan isim de Aldridge idi. (Kevin Love’ın takımı Minnesota ise 11-39 ile batının en sonuncusu) Bu Aldridge ‘i destekleyenlerin kozu.

Şimdi de Kevin Love tarafından bakalım olaya; istatistikler. Love’ınki ler 21.3 sayı, 15.6 ribaunt. Lamarcus Aldridge’inki ler ise 21.2 sayı, 9.1 ribaunt. Bunun yanında Love’ın yüzde 43 gibi bir 3’lük isabeti var ve bu onu LaMarcus’dan kesinlikle ayırıyor.

Ama ben asıl farkı oluşturan ribaunt faktörüne değinmek istiyorum. Ribaunt istatistikleri bence tamamen değersizdir ve doğruyu yansıtmaz görüşündeyim. Çünkü bu tamamen oyun hızınıza bağlıdır. Hızlı oynayan takımlar çok, yavaş oynayan takımlar da az ribaunt alırlar. Mesela Boston Celtics maç başına 38.5 ribaunt ile tüm NBA’de 29. sırada. Sizce gerçek anlamda bu mümkün müdür ? Boston Celtics ribaunttan hiç anlamayan ve pota altında etkisiz olan bir takım mı ?

Şimdi diyeceksiniz o zaman ribaunt önemsiz midir ya da nasıl ölçülür ? Bu konuda ESPN yazarı olan John Hollinger’ın icadı olan ve özellikle Amerika’da çok kabul görmüş bir sistemi ve istatistik değerleri var.  Konumuz bu olmadığından çok yüzeysel geçmeyi tercih ediyorum. Kısaca sizin maç başına aldığınız ribaunt sayısına bakmıyor da maçtaki ribauntların yüzde kaçını alabildiğinize bakıyor. Dolayısıyla bu tür istatistikleri dış faktörler (biraz önce bahsettiğim ‘oyun oynanma hızı’ gibi) olmadan oluşturduğu için daha amaca yönelik sonuçlar ortaya çıkıyor.

Bu durum Kevin Love’ın lehine mi yoksa aleyhine mi ona değinelim. Çünkü hepimiz biliyoruz ki Minnesota çoğu yorumcunun söylediği gibi hızlı bir basketbol oynuyor ve iş bazen ‘gazozuna maçlar’ a dönüyor. Bu durumda da ribaunt almak daha basit ve mümkün oluyor çünkü ‘sayısı azaldıkça değerinin düşmesi’ durumu burda da mevcut.

Bunu daha fazla uzatmadan Hollinger istatistik lerine geliyorum : Kevin Love oynadığı maçlarda ribauntların yüzde 23.5 ‘ini alıyor. Aldridge ise 13.9. İşte bana göre bu Love’ın ribaunt konusundaki üstünlüğünü gerçek anlamda kanıtlayan şeydir. Sırf Minnesota’da oynuyor diye fazla ribaunt alması anlaşılabilir birşey ama ribauntların yüzde 23.5 ‘ini alması takımıyla alakalı olmayan ve kesinlikle saygı duyulması gereken birşeydir.

Burda Aldridge haketmiştir ya da haketmemiştir  davasında kesinlikle değilim. Minnesota’da oynadığı için nispeten az saygı duyulan Love’ın istatistik lerinin gazozuna maçlarla şişirildiği görüşünün biraz olsun tam olarak doğru olmadığını anlatmak istedim. Umarım All-Star maçında bırakır da arkadaşları da ribaunt alır =)

Cihat Cemal Özdemir

Lakers Ne Zaman Kendine Gelecek?

Her takımın formda olduğu ya da kötü zamanlar geçirdiği dönemler vardır. NBA için konuşmak gerekirse sezon Playofflar hariç 82 maç olduğundan uzun bir maraton. Büyük takımlar bazında konuşmak gerekirse bu maçların 20-25 ve belki de 30 ‘unu kaybetmek sorun değildir, çünkü bilirsinizki o maçlar kaybedilirken ilerisinin (playofflar) düşünüldüğünü. Bunun için oyuncular dinlendirilir, sakatlıktan dönen oyuncuda acele edilmez, takım gününde değildir, bu uzun maratonda hor görülmez. Ama bu bahsettiğim takımlar önemsiz maçları kaybetseler bile sezoun içindeki önemli maçlara iyi hazırlanırlar, çünkü bu maçlar playofflar için bir testtir, sınavdır. En kötüsünden geçtim sınavı falan taraftarlar açısından da önceliklidir bu maçlar ve kaybetmemek önemlidir.

Şimdi bu yazdıklarımı Lakers’a bağlamak istiyorum. Los Angeles Lakers son 3 yılda NBA finali oynamış ve 2’sinde de şampiyon olmuştur. Nihayetinde son 2 sezonun şampiyonu. Bu takımın normal sezonda maç kaybetme lüksü vardır, ilk paragrafta anlatmaya çalıştığım sebeplerden dolayı. Ama bunun bir yolu yordamı vardır. Lakers’ın ki dinlenmek, playofflar falan değil. Lakers’ın ki gerçekten kötü oynamak. Bu ayrımı yapabilmek çok önemli.

En Önemli Rakipleri Karşı 6 Maçta 1 Galibiyet

NBA otoritelerinin Big Five yani en büyük 5 takım olarak nitelendirdikleri takımlar  şu an en çok kazanma yüzdesine sahipler. Bu takımlar San Antonio Spurs, Boston Celtics, Chicago Bulls, Miami Heat ve Los Angeles Lakers. Bu yazıyı Lakers açısından ele aldığım için sadece onları ilgilendirecek olan istatistiklere göz atmak istiyorum. Lakers bu takımlara karşı 6 maç yapmış ve sadece 1 ‘ini kazanabilmiştir (Spurs’e 2 kez mağlup olurken diğer 3 takıma da birer kez mağlup olup tek galibiyeti Chicago’ya karşı). Bu aralarında olan maçlara şimdi çok yüzeysel bakmış oldum ve tamamen istatistik üzerine bi başarısızlık gibi gelebilir ama burada istatistikten fazlası var. Miami’ye yenildikleri maç sezonun en önemli günlerinden birindeydi (Christmas), Boston mağlubiyeti ise geçen sezonun finalistini Los Angeles’ta normal sezonda ağırlayacakları tek maçtı. Spot ışıkları Lakers’ı dopingleyeceğine gözünü alıyor. Büyük maçlar hep hayalkırıklığıyla son buluyor..

Tüm bu anlatmaya çalıştıklarım ve istatistiklerin ötesinde Lakers adına kötü bir durum daha var. Big Five takımları ligin zirvesindeler ve bunu başarırken de Spurs yıldızlarını tüm NBA’de en çok dinlendiren, en az dakikayı veren takım olurken Chicago, Boston ve Miami de sakatlık sorunlarıyla uğraştı. Yani Lakers Andrew Bynum dışında önemli  sakatlık sorunları yaşamazken bile diğer takımlara karşı üstünlük sağlayamadı ve bu da Lakers’ı endişelendirmesi gereken bir diğer durum. Peki neden böyle oldu ?

Günah Keçisi Ron Artest mi?


Genel olarak çoğu kişi bu duruma istatistiklerden de faydalanarak Ron Artest’i sebep olarak gösteriyor ki ben buna kesinlikle katılmıyorum. Tamam bu sezon kariyerinin en düşük sayı, ribaunt ve asist ortalamalarına sahip ama aynı zamanda da kariyerinde en az top kaybı yaptığı sezon. Bu tamamen aldığı süreyle alakalı. Geçen yıllarda 34-38 dakika arası süre alan Artest bu yıl sadece 28 dakika süre alıyor. İstatistiki olarak olumlu veriler de azalıyor olumsuz olanlar da, bu sonuç kaçınılmazdır zaten. Bence Lakers’ta sorun şurda diyecek bir yer yok. Yani ne defansı çok kötü, ne ofansif oyunu, kenardan gelenler de çok iyi olmasa da göze batacak kadar kötü de değiller. Durum böyle olunca işlerin kötü gitmesine sebep olan şeyi tespit etmek daha da zorlaşıyor ve kötü değil demek bunların iyi olduğu anlamına gelmemektedir (en azından Lakers ayarında bir takım için). Bu yıl herhangi bir Lakers maçı izlediğimde olanlar şunlar : Lakers sayı atıyor, oynadığı takım sayı atıyor ve maç sonunda da daha fazla atmış olan takım kazanıyor. Hani bi oyun karakteri, domine edilmiş herhangi bir yön falan da yok. Durum böyleyken benim teşhisim tamamen motivasyon eksikliği ve buna paralel olarak kazanma arzusunun olmaması. Bu durumun değişip değişmeyeceğini de All-Star arasından sonra göreceğimize inanıyorum.

Kalan Maçlar Zor Maçlar

Sezonun yarısından biraz fazlasını geride bırakmış durumdayız ve ben bu yazıyı yazarken Lakers 34-16 ile batıda Spurs ve Dallas’ın ardından 3. durumda. 50 maçını tamamlamış olan Lakers’ın geriye 32 maçı kaldı. Ama bu 32 maç sıradan bir 32 maç değil çünkü Lakers şu an itibariyle sezonun en zor fikstürüne sahip. Kalan 32 maçın 22’si yüzde 50 galibiyet yüzdesi ve üstündeki takımlarla ve bunların da 13’ü deplasmanda.

Ben bütün yazımda Lakers’ı eleştirdim fakat demek istediğim Lakers kötüdür, şampiyon olamaz değil. Asıl demek istediğim Lakers’ta rölantide gitmenin sonu gelmelidir ve kalan maçlarda Lakers kendi kimliğine sahip olmalıdır yoksa bu kimliği bulmak için çok geç olacak. Kalan maçlar Spurs, Boston, Bulls için öylesine geçebilir ama onlar kendilerini bu sezon şimdiye kadar ki oyunlarıyla kanıtladılar, biliyoruz ki bu takımlar playoff vakti geldiğinde hazır olabilecekleri bi sisteme sahipler. Onlar için kalan maçlar formalite ama Lakers’ınkiler kanıtlama maçları olacaklar çünkü bu sezon henüz hiçbirşey kanıtlamış değiller..

Cihat Cemal Özdemir