NBA Takımı Tutmak

NBA Takımı Tutmak

Birkaç ay önce, kardeşim ve birkaç arkadaşıyla birlikte evdeyiz. Muhabbet ediliyor. Nasıl olduysa konu basketbola, oradan da NBA’e geldi. Birkaç oyuncu isminden sonra, herkes işte bilindik, “ben şunu tutarım”, “ben NBA’den pek anlamam abi” tipi cümlelere başladı. Kardeşimin arkadaşlarından biri, “ben Bulls’u tutuyordum, ama eskiden” dedi. “Hah” dedim, “bir tane daha”.

Da, neyin “bir tane daha”sı. Şunun:”bahsi geçen dönemde başarılı ve popüler olan takımın ucundan taraftarı olan genç” profilinin. İçinde bulunduğumuz günlerde, bu hadisenin en elle tutulur örneklerinden birine şahit olmaktayız. Barcelona’nın yükselişiyle birlikte Facebook’ta profil fotosuna Barça logosu koyan, MSN iletisine “Messi!!” yazan tiplere her gün binlercesi katılıyor. İçten içe kazananın ve tanınanın tarafında olmak isteyen ham bünyeler, ismi, tarihi, karakteri, duruşu farketmeksizin, o anda kazanan pozisyonundaki takıma kancayı takıveriyor. Bahsettiğim gencin yaşı Bulls dönemine yetişmiyor bile. Gecenin köründe kalkıp 3 tane NBA maçı izlemiş midir, ondan bile emin değilim. Fakat aklının bir köşesinde, bir gün ortamda lazım olur diye “Bulls” imgesi yer işgal ediyor. Sonuçta çok sağlam olmasa da bir cevap verecek. Ufak da olsa söz hakkı olacak. Belki de o sayede kız tavlayacak abisi, ne malum. Zamanında Bulls’un kazandığı başarılar, belki o takımı hiç izlememiş olan biri tarafından kendi ufak çakallıklarına malzeme oluyor.

Bu konunun çözümü yok, çünkü belki Dünya yok olana kadar birileri bu spor dalları ile asgari düzeyde ilgilenecek ve sırf laf olsun diye bazı takımları tutacaklar. Gidip dövecek halimiz yok, ya da ne diyeceksin de ikna edeceksin, adam gibi takım tutmasını sağlayabileceksin?

Şuraya varıyoruz sonrasında: Birileri başarılı, popüler, kalburüstü takımları tutuyor, samimi olsun-olmasın. Peki ya kazananların haricindekiler? O takımları tutanlar enayi mi yani? İçten bir şekilde bir kulübe gönül vermek saflık mı? Cevap vermeye bile gerek yok. Daha geniş şekilde de ele alınabilir fakat, bizi ilgilendiren kısım NBA’le ilgili olanı.

Yıllar önce, daha toyken, çok garip gelirdi. Mesela kim diyelim, Los Angeles Clippers. Ya da Atlanta Hawks. Derdim ki, “yav bu adamlar galibiyet alamıyor doğru-düzgün, kim bakar bunların suratına”. Bu cümleler tabii, olaya tam olarak hakim olamamış, ilaveten meraklı bir bünyenin soruları. Ama bir yandan da etraftaki Lakers şampiyon oldukça 7 göbekten Los Angeles’lı kesilenleri gördükçe kafa karışıyor. İçinden diyorsun ki, “onlar yapar da ben niye yapamayayım, tutarım Lakers’ı olur biter”. Bunlar akıldan geçmiştir ama, bu satırların yazarı bir şekilde -ve iyi ki- San Antonio taraftarı oldu. Bunu öğrenen biri hemen diyebilir tabii, “sen de yüzüğe aldanıp Spurs’ü tutmuşsun bilader ne iş” gibisinden. Emin olun şampiyonluk ve/veya yıldız oyunculara kapılacak olsam, o dönem çok fazla seçenek vardı önümde. Neyse. 10 yıldan uzun bir dönemde, daha doğrusu Tim Duncan geldiğinden beri sürekli tepeye oynayan, ve bu dönemde de 4 kez zirveye çıkan Spurs, çok değil, 2-3 sezon sonra bu gücünde olmayacak-çok büyük ihtimalle. Kesin cümleler kuramayız, ligin gidişatı ne olur falan, o kısım bilinmez. Ama şunu biliyorum ki, o zamanında “Atlanta nasıl tutulur abi” sorusunu sormamızı sağlayan o vasat günler, bir şekilde karşım(ız)a çıkacak. 2-3 sezon sonra olur, daha sonra olur. Kritik nokta, kıyısından play-off’a girmeye çalışan (ya da daha aşağıda) bir takım tutmanın nasıl olacağı. Ve ben bir süredir kafamda bu endişeyle dolaşıyorum.

Gerçi şu var, Spurs 4 kez şampiyon olsa da, şöyle bir hatırlamaya çalışacak olursanız, neredeyse hiçbir zaman “şampiyonluk favorisi” olarak falan gösterilmedi. O yüzden belki bir açıdan keskin bir düşüş olmayacak, fakat aslında pek öyle değil. Popovich’in “Duncan bıraktığı zaman ben de bırakırım” şeklindeki sözleri, Spurs’ün bir süre sonra daha düşük profilli bir takım olacağının sinyallerini veriyor ve de taraftarın daha sönük günleri şimdiden beklemesi gerek.

Kendi adıma çok çok büyük sıkıntı olacağını sanmıyorum. Şu açıdan; Spurs havalı bir takım olmadı hiç. Yani final serisi bitip, sahada kupayı kaldırmayı beklerken yan yan tribünleri kesen “cool” adamların ağırlıkta olduğu, süper bir skorerin sürükleyip efsanelik kastığı bir takım olmadı. Yani kısaca, takımın da, taraftarın da çok “burnu kalkmadı”. O sebepten, bu 10 seneyi aşkın güzel günlerin ardından, hangi derecede olacağı şimdiden kestirilemeyen o düşüş, bir Lakers’ın Shaq sonrası zamanına benzemeyecek gibi. Sanki…

Kaç tane Spurs taraftarı şimdiden böyle bakıyor, ortalama veya ortalama-altı bir takım izleyeceği günleri öngörüyor bilemiyorum, ben böyle bakarak iyi mi yapıyorum kötü mü, onu hiç bilmiyorum. Düşünsenize bir, bu sene Spurs şampiyon oluyor. Kim sonrasını düşünür. Ama kupanın ardından Timmy “abi yeter, tadında bırakalım” çekip, arkasından da Pop yukarda söylediğini gerçekleştirirse, paçalar tutuşur. O başka.

Muhtemelen Duncan-Popovich sonrası dönemde Spurs taraftar kaybedecektir. Bu da işte NBA veya basketbol ile ilgili tutumların hangi yüzeyde seyrettiğine güzel bir gösterge. En sevdiği oyuncunun takım değiştirmesiyle tuttuğu takımı değiştiren, daha önce nefret ettiği yıldız oyuncu kendi takımına gelince onun fanı kesilen bünyelerle çevrili etrafımız. Bu örneklere bakınca, Duncan bırakınca Spurs’ü bırakacak basketbolsever sayısı da belli bir miktarda olacaktır. Bu kadar da kolay maalesef bu işler.

Başarısız günlerde takımının arkasında olmak, tabii ayrı bir fedakarlık örneği. Futbolda çok sömürüsü yapılır. Ama onun da içi boştur aslında. En ufak tökezlemede oyuncudan başlayıp hocaya, başkana kadar ana-bacı giden adamları görüyoruz. Onlara bi’şey olduğu yok, yine gelip keyiflerine göre sövüp-sayıp evlerine dönecekler. Bizim tuttuğumuz NBA takımının maçlarına gitme imkanımız yok malum, sonuçta sevgimizi ancak uyku düzenimizin içine ederek gösterebiliriz. Kaç tane futbol taraftarı bunu yapabilir misal?

Peki bu gerçekleşmesi kaçınılmaz düşüşün müsebbibi olan NBA düzeni hakkında ne demeliyiz? Olabildiğince övmeliyiz. Türkiye 1. futbol ligi ve La Liga’nın haline bakınca bunu daha iyi anlayabiliriz. Nadiren bazı takımlar en üsttekileri rahatsız edebiliyor. İspanya için bir yere kadar konuşabilirim ama burada sistem o “büyükler”in üstüne kurulu olduğu için, bir Anadolu takımı şampiyon olsa bile, üsttekilerin dokunulmazlığı pek sarsılmıyor. Medya ve başka unsurların desteği olmadan da onları sarsabilecek sağlam ve uzun süreli bir yapı oluşturmak imkansız gibi bi’şey. Fakat NBA, hemen hemen her takımın belli dönemlerde en azından Play-off oynamasına imkan veren bir düzen kurmuş durumda. Bu da, yukarda bahsettiğimiz gibi bir dönem şampiyonluklara koşmuş bir takımı, birkaç yıl sonra aşağılara çekebiliyor, uzun yıllar dipte gezen bir takımın da belli bir süre sonra yukarılara tırmanmasına imkan veriyor. Tabii bu tip yükseliş ve düşüşler, organizasyonların doğru/yanlış hamleleri ile farklılaşabiliyor. Yani eğer -misal- Spurs Duncan-Pop sonrası dönemi iyi yönetebilirse, en az play-off görmeye devam edebilir.

NBA’in bu düzeni, herhangi bir taraftarın yıllarca takımının en ufak başarısına şahit olmadan onu desteklemesi gibi bir ihtimali azaltıyor. Ülkemizde Anadolu takımlarını tutan insanlarla 10 dakika konuşursanız, bunun ne demek olduğunu anlarsınız.

Cem Tokatlıoğlu

 

 

Dallas’ın Playoff Öyküsü

Dallas Mavericks ve Dirk Nowitzki, onlar artık şampiyon.Parayla yapamayacakları birşeyi, yürekleriyle, yetenekleriyle yaptılar, tarihi yazdılar.Ama bu takım bu noktaya kolay gelmedi, her turda underdog olarak gösterildi.Öne geçseler bile en ufak tökezlemede işte gidiyorlar, moralleri bozuldu, bu takım play-off oynayamıyor gibi yorumlara maruz kaldı.Ancak bu takımın kimliğini değiştirdiğine, şampiyonluğa inandıklarına yüzükleri takıp dirk nowitzki’nin elinde kupanın havalandığında ikna oldular.

Koç Rick Carlisle’ın dediği gibi belki diğerleri kadar zıplmıyorlardı, belki onlar kadar hızlı koşmuyorlardı ama Dallas bir takımdı.

İşte bu da onların zafere giden yolu;

 

Dallas Mavericks 4 – Portland TrailBlazers 2

 

Seri öncesi yorumlarda, Dallas’ın favoriliğe en yakın olduğu seri buydu.Ancak Portland’ın yıldızı Brandon Roy’un sakatlığı bile Trailblazers’ı yarıştan düşürmemişti.Hatta sezon sonunda Dallas’la eşleşmek için büyük uğraşlar verdi Portland.Serinin geneline bakacak olursak, Portland’ın dev kısaları ve nerdeyse bütün takımın atletik özelliklerinin üst seviyede olmasıyla bir nebze önde olduğu doğruydu.Portland çok iyi bir savunma takımı kurmuştu.Alridge ve Marcus Camby pota altında topları kesmesi; Nicolas Batum, Gerald Wallace gibi harika savunma yapan kısaların  boyalı alanın dışında Dallas kısalarına geçit vermeyeceği düşünülüyordu.Savunmanın zayıf halkası gibi duran Andre Miller’ın da karşısında skor üretimi konusunda büyük sorumluluğu olmayan Jason Kidd’in olması Mavericks’in hücumda sıkıntı yaşayacağını gösteriyordu.

Serinin ilk maçında boyalı alanın tek hakimi Portland’dı ama dış atışlarda da bir o kadar felakettiler.buna karşın Dallas Mavericks boş şutu buluyor cezayı kesiyordu.

Nowitzki ne kadar iyi savunulsa da son çeyrekte 15 sayı gönderdi Portland potasına ve maçın kahramanı Kidd 6 üçlük bularak Dallas’ı öne geçirdi.

 

Serinin ikinci maçında bu sefer ortaya başka bi faktör çıktı; bench katkısı.Dallas Terry’i benchten oyuna sokuyor, Barea’ya topun kontrolünü veriyor, Peja’ya üçlük atırıyor, benchten çok çeşitli hücum organizasyonları getiriyordu.Yine de Alridge ve Andre Miller hücum performansıyla Porland’ı son çeyreğe kadar ayakta tuttu.Ama veteran oyuncu bolluğunun en çok etki ettiği yer olan son çeyrekte Nowitzki ilk maçtaki gibi ağırlığını koydu ve bu seferde Kidd’in ilk maçta yaptığını Peja Stojakovic’in yapmasıyla Dallas Texas’ta kayıp vermedi.

 

Serinin üçüncü maçında Portland bıçak sırtında çıktı sahaya.Dallas ilk iki maçta Kidd ve Stojakovic ile ekstra üçlükler bulmuştu, bu maçta da Portlandlı basketbolcular

Jason Terry’nin üçlüklerine engel olamadılar.Ama ilk kez bu maçta şut konusunda başarılı bir isim vardı, Wesley Matthews’in ekstra katkısı ve ilk iki maçın ardından eleştirilen Brandon Roy’un  ben dönüyorum mesajı verdiği performansıyla Portland biz yıkılmadık dedi Dallas’a.

 

Seriyi hatta şampiyonluğu Dallas kazandı ancak, Portland serisinin 4.maçında Portlandlı bi oyuncunun efsane performansına tanık olduk.Medyaya ilk iki maçın ardından haekttiği değeri göremediği için yakınan Brandon Roy, takımı 3.çeyrekte bir ara 23 sayı geri düşmüşken, sazı eline aldı.Takım arkadaşları oyunu bırakmış, yine şutları potayı döverken, Roy üst üstte hücumlarda isabet bulmaya başladı.Sayı atmadığında asist yaptı, 18 sayı 2 asist kaydetti son çeyrekte.Özellikle üçlük faulüyle maçı eşitliğe getirdiği ve son hücumda bulduğu maçı kazandıran basketle seyirciyi çılgına çevirdi.Ama her zaman hücum savunmada başlar.Dallas’a son çeyrekte sadece 15 sayı attırdılar ve seri 2-2 ye geldi.

 

Dallas taraftarının herhalde en korku dolu izlediği maçtır ilk turun 5.maçı, geçmişi hayal kırıklarıyla dolu bir takımın, yine tüm ipler elindeyken avantajı kaybetmesi, hep bilindik senaryolardı.Bundan sonra Dallas’ın direncinin kırılması ve yine süpriz(!) bir şekilde elenmesi gerekiyordu ama Dallas bu psikolojik savaşı bu sefer kazanan takım oldu.Kazandığı her maçta Nowitzki’nin yanına bir başka kahraman çıkaran Mavericks cephesinde bu sefer takımın çehresini değiştiren Tyson Chandler oldu.Hücum ribaundlarında yaptığı katkı ve Alridge savunmada dur demesiyle takımını tekrar ayağa kaldırdı.

 

İlk beş maç sonunda deplasmanda kazanan takım yoktu.herkes kendi evindeki maçları öyle ya da böyle kazanmıştı.Play-offların hamleye karşı hamle şeklinde olan düzeni gerçekten çok hoş.

Örneğin; bu seride Andre Miller ve Brandon Roy’un Terry ve Barea oyundayken Mcmillan oyuncularına post up a başlamasını söyleyince, Carlisle da alan savunmasıyla bu stratejiyi durdurarak hücumda bu ikiliyi oyunda tutabildi.İşte bu tip oyunlarla geçen seride Mcmillan hücumda istikrarı bir türlü bulduramadı takımına.Şut konusunda sürekli yenildiler, serinin son maçında da skoru dengeye getirseler bile maçın genelinde Nowitzki’yi durduramayınca Dallas Mavericks, zorlansa da

Batı yarı finaline çıktı ve beşinci maçta ayağa kalkarak büyük bir eşik atladığını gösterdi.

 

Dallas Mavericks 4 – Los Angeles Lakers 0

 

Eğer play-offları bir simülatöre oynatsaydık, yüzde 90 ihtimalle Los Angeles Lakers şampiyon olurdu.Ama gerçek hayatta yeteneğin yanında birçok öge devreye giriyor.İnanç, disiplin, rakibin zayıflıklarından yararlanma, oyun zekası.Aslında basketbol, futbol kadar fazla değişkenlere sahip bir oyun değil.Futbolda plana sadık kalsanız bile çok fazla ihtimal devreye giriyor, basketbolda güçlü olan güçlüdür.Seti iyi oynarsanız oyuncunun yeteneği bellidir o hücum sayı olur.Bu yüzden favorilerin kazanma ihtimali daha fazladır.Bu seride bu durumu değiştiren ilk şey arzuydu.Başarıya açlıktı.Dallas Mavericks başarıya aç bir takımdı, Los Angeles Lakers da ise konsantrasyon eksikliği direk göze çarpıyordu.Özellikle Pau Gasol ki bence hücum için Kobe Bryant’dan bile daha kolay bir sayı bulma yolu Lakers için, onun formundaki düşüş, dominantlığını kaybetmesi Lakers’ı çok etkiledi.

 

Bu seride yerden kalkmayı öneren Mavericks’in yeni bir özelliğini gördük.Pes etmeip, geriden gelebilmek.Serinin birinci ve üçüncü maçında Dallas geriden geldi kazandı.

İlk maçta ön plana çıkan üçlük isabetleri oldu.Dallas Jason Terry’nin zora soktuğu maçı şut isabetleriyle ortaya getirdi ve son hücumda Gasol’ün yaptığı basit hata ve Kidd’in çaldığı yopla maçı aldı.İkinci maçta ise Lakers’ın üçlük yüzdesi iyice dibe vurdu.Ayrıca Lakers’ın Bynum ve Gasol’den uzun dallarla kurulu sabunmasına rağmen penetre yoluyla bulunan sayılar Lakers’daki mental eksikliği ortaya çıkarttı.Oyuncuların yüzü oyunu çok iyi anlatır.Dallas ne kadar istekliyse, Lakers benchinde “sıkıntı vardı”.

 

Seri 3-0 ageldiğinde Kobe Bryant takımını ateşlemek için bikaç demeç verdi.Açıkçası 3-0 dan bir serinin verilmesi ne kadar imkansız gözükse de bir Dallas taraftarı olan ben bile hala içimde korku hissediyordum.Karşıda Kobe Bryant ve Phil Jackson var ve 5 yıl geçmesine rağmen o final serisine takılıp kalmış bir kafada izleyip yorumluyordu insanlar seriyi.Fakat dördüncü maç bir devrin kapanışı oldu.Lakers sadece bir çeyrek dayandıktan sonra havlu attı.Phil Jacson’ın başarılarla dolu kariyerine 36 sayılık bir mağlubiyet ve favori girdiği play-offlarda süpürülmek pek yakışmasa da oyunun kuralı bu, biri kaybederken biri sevinecek.Burdaki kritik nokta ise yenilmeyi hazmedebilmek.

Yenilgiyle büyüyebilmek.Dirk Nowitzki’nin atletik yeteneklerinin sınırlı olmasına rağmen her yenilişinde, her başarızsızlığında bir basamak daha çıktığını hepimiz görüyoruz.

Sırtı dönük oyun, sol turnike, şutunu mükemmelleştirmesi vs. Ama burdaki en güzel husus, başarıszlığı kabul etmek, Nowitzki’nin ne sahada çirkeflik boyutuna varan bir hareketi, ne de sansasyonel basın açıklamalarına tanık olmadık.Burda Nowitzki üstünden gitmem Lakers’ın bu seride karşılaştıklarıyla birebir karşılaşmış olması, Ron Artest’i ve Lamar Odom’u yaptıklarının dozajı yüzünden tenzih edebiliriz.Bu onları sütten çıkmış ak kaşık yapmaz ama Andrew Bynum’ın 4.maçta Barea’ya yaptığı faul gerçekten terbiyesizce bir hareket oldu ve Bynum’ın mental yönden ne kadar zayıf olduğunu gösterdi.Herşeyin sınırını bilmek önemli, bunun ucunu kaçırırsan yalnız kalırsın ki ben Bynum’a seyircilerin çok sıcak bakacağını sanmıyorum.Şunu sormak lazım, Lakers herkesi rahat rahat geçerken kendisine böyle mi muamele edilmiş, yoksa tebrik mi edilmiş.

 

Bu olumsuzluklara rağmen son maç yine de bir şölen gibiydi.Mavericks 19/28 atarak play-off takım üçlük rekorunu, Jason Terry 9/10 atarak play-off rekorunu egale ederken 4 maçlık bir seride 49 üçlük bulan Mavericks bu alanda da rekoru kırdı.Öte yandan Peja Stojakovic’ten beklenin üstünde katkısı göze çarptı.Jason Kidd ise seri boyunca zaman zaman Kobe Bryant’ı savunarak ilerleyen seriler için bizlere ufak sinyaller gönderdi.Ayrıca kariyerleri boyunca büyük maçlarda sinen Jason Terry ve Shawn Marion’dan gelen istikrarlı performanslar isteğin ve tecrübenin neleri değiştirdiği gösterdi.Portland serisinden önce daha ilk turda eleneceğini düşünen kitlenin düşüncesini, şampiyon olabilecekleri yönünde değiştirdi.

 

Dallas Mavericks 4 – Oklahoma City Thunders 1

 

Sanırım play-offların en keyifli yanı her seride başka hikayelerin yaşanması.Dallas – Oklahoma serisi de 90ların ortasından günümüze kadar gelmiş old school oyuncularla, NBAin yeni jenerasyonunu oluşturacak new schoolun kapışmasıydı.Lakers serisinden moralli ve dinlenmiş gelen Dallas hücumunu kusursuz hale getirmişti play-offlar boyunca.

Hani bakmadan pas atacakları oyuncunun yerini biliyorlar gibiydiler fakat uzun bir seri oynayarak gelmesine rağmen Oklahoma kusursuz hücumu gençliğiyle bozuyordu.Dallas topu çevirip boş şutu bulsa bile oraya yetişecek, el kaldıracak bir Thunders oyuncusu hep oluyordu.Ancak ironik şekilde elinde NBAin en skorer oyuncusunu bulunduran Thunders’ın seriyi kaybetmesinin asıl sebebi hücumdaki eksiliğiydi.

 

Basketbolda en önemli pozisyonun kalitelisi çok zor bulunduğu için pivot olduğu düşünülür.Ancak sevdiğim bir laf vardır, bir takım guardı kadar konuşur.Russel Wetbrook bu play-offlarda öyle bir performans sergiledi ki oyunda zekanın yetenekten daha önemli olduğunu açıkça gösterdi.Oklahoma City her pozisyonda kalburüstü savunmacılardan kurulmuş bir takım ama hücumda iki lokomotifle çalışıyor.Bu parçalardan biri bozuk olunca tren raydan çıkıyor.Russel Westbrook’un topu 15 saniye sektirip Tyson Chandler’ın üstüne doğru gittiği penetreler, yaptığı gereksiz top kayıpları, tek pas vermeden attığı jump shotlar niyeti ne kadar iyi olsa da takımını baltalayan, ritmini bozan hareketler oldu.

 

Dallas cephesindeyse Jason Kidd hücumda alışılmadık top kayıpları yapsa da savunmada çok büyük katkı verdi.Savunmanın akılla da yapabileceğini gösterdi.Kobe Bryant’dan sonra maçların son çeyreğinde Kevin Durant’ı ve Russel Westbrook’u başarıyla savundu.Tabii ki süper yıldızları durdurmak imkansız, Kevin Durant sayılarını attı ama maçların son dakikalarında Thunders hep Dallas’ın ve Dirk Nowitzki’nin gerisinde kaldı.

 

Texas’taki ilk maç Nowitzki ve Durant düellosu gibiydi, Alman yıldız 48 sayı attı ve tüm Thunders uzunlarını denize döktü.2.maçta alan savunmasına hücum etmeyi öğrenen Thunders benchten ve James Harden ekstra katkı alınca ev sahibi avantajını almış oldu rakibinden.Fakat kendi evinde konferans finaline çıkan Thunders’ın genç oyuncuları bir ortaokul takımından farksız sahaya çıkınca, ilk yarıda açılan farkı ufak ufak eritse de geriye gelemedi.Bu serinin en kritik maçı ise Oklahoma’da oynanan ikinci maç oldu.Son 5 dakikaya 15 sayı önde giren Thunders maçı verince seri de burda noktalandı.

 

Batı Konferansı Finallerinin Oklahoma adına en çok ön plana çıkan ismi ise James Harden oldu.Harden oyununa seviye atlatarak Kevin Durant’ın yardımcılığını Russel Westbrook’tan çok daha iyi yapabileceğini gösterdi.Oyun kurmada, gerektiği yerde skor üretmede açıkçası Oklahoma’nın Dallas’tan çok geride olduğu oyundaki akıl dengesini bir miktar eşitledi.Ayrıca Serge Ibaka da beklentilerin üzerine çıktı.Lige ilk girdiğinde blok yapıp, smaç basan bir pota altı savunmacısı olacağı düşünülürken, orta mesafe şutunu geliştirerek hücumda çok büyük katkılar verdi.

 

Seri genelinde Tyson Chandler’dan, Juan Jose Barea’dan, Peja’dan veya gelen ekstra bench katkılarından bahsedebiliriz.Ama denklemin eşitliğini bozan en büyük parça maç sonu oynama ve doğal olarak Dirk Nowitzki faktörüydü.Yaşlılık belki fiziksel olarak handikaplar getirebiliyor ama bunun yanında çok önemli bir şey daha getiriyor; tecrübe.Tüm play-off oynayan takımlar içinde parçaları en birbirine uygunu Oklahoma Thunders’tı.İyi savunmacılar, hücumcuları ve her pozisyonda zenginlikleri vardı fakat bunları tecrübeyle sentezleyip, doğru bir formülle sahaya yansıtmazsanız hep bi yerde tıkanırsınız.Koç Scott Brooks oyunculara abi rolünü ne kadar iyi oynasa da, oyun içinde ne yapması gerektiğine karar veremedi, Westbrok’u dizginlemekte zorlandı ve serinin en kritik maçında Dallas’a yumruğu indirmeyi başaramayarak seriyi kaybetti.Dirk Nowitzki de bu seride bambaşka bir boyuta geçti.Ben Michael Jordan’ın zamanına yetişemedim ama ilk kez bu seride bir oyuncunun bir takımı nasıl bitirebildiğini gördüm.Öyle bir kanı oluştu ki son çeyrek olduğunda Dirk Nowitzki her attığını sokacak artık Oklahoma ne yanıt vercek moduna giriyorduk.Ibaka, Perkin, Sefolosha, Durant herkes denedi Nowitzki’yi savunmayı, hepsinin ya üstünden şut attı, ya yanından geçti ya da faul problemine soktu.Nowitzki savunmasında başarılı sayabileceğimiz tek isim Nick Collison oldu.Hatta zaman zaman Nowitzki’ye dur dediğini bile söyleyebiliriz.Collison tarzındaki mücadeleci oyuncular, kısıtlı yeteneğine rağmen herşeyini feda ettiği için sempatik gözükür, bu seride de aldığı paranın hakkını verdiğini gösterdi.

 

Bu seri koç Scott Brooks’un yetersizliği ve Russel Westbrook’un mental eksikliklerini gösterdiği için Oklahoma organizasyonu için yararlı olduğunu düşünüyorum.Ellerinde Kevin Durant gibi bir skorer ve böyle iyi parçalar varken Thunders önümüzdeki on sezon bu seviyelere ve üstüne çıkabilir.Bu seride de ne kadar iyi oynarlarsa oynasınlar, son çeyrekte son şutları sokamadıktan sonra yaptıklarının bir anlamı kalmadığını öğrendiler.Açıkçası genç bir takım için iyi bir ders, çünkü tarih kazananlardan, Nowitzki’nin şutundan bahsedecek, Durant’ın kaçan şutundan değil.

 

Dallas ise bu seriyle beraber bir nevi Miami’ye karşı 5 yıl önce 2,5 – 0 dan verilen serinin intikamı ve tüm sezon verilen mücadelenin, eforun, sevincin, üzüntülerin meyvesini toplama şansını yakaladı.Dediğim gibi play-offlar her seride apayrı bir hikaye oluşturuyor bu da NBA’in güzel tarafı.

 

Oğuz UZUN

 

 

 

 

 

Spor Toto World Cup 2011 Turnuva Maç Programı

Spor Toto Word Cup 2011 bu yıl İzmir’de gerçekleştiriliyor. Turnuvaya Türkiye’nin yanı sıra Sırbistan, Almanya ve Ukrayna katılıyor. Bu yıl 10. düzenlenecek turnuvanın maç proğramı ise şu şekilde oluşuyor.

 

Spor Toto WORLD CUP 10 MAÇ PROGRAMI
İzmir Halkapınar Spor Salonu
11 Ağustos Perşembe
18:00 Almanya – Sırbistan
20:30 TÜRKİYE – Ukrayna

12 Ağustos Cuma
18:00 Sırbistan – Ukrayna
20:30 Almanya – TÜRKİYE

13 Ağustos Cumartesi
15:30 Ukrayna – Almanya
18:00 TÜRKİYE – Sırbistan

 

Maçlar CNN Türk’ten canlı yayınlanacak.

Basketbolda Eğitsel Oyunlar Kitabı Çıktı

3SAYI Basketbol Dergisi Yazarı ve EDBA’nın kurucusu Antrenör Emre Dağdelen’in “Basketbolda Eğitsel Oyunlar” kitabı çıktı.

Kitabın içinde 62 tane eğitsel oyun bulunmakta. Kitabın yatırım  bedeli 20 TL. olmakla beraber gelirin 1/4 ü engelli çocuklara malzeme yardımına harcanacak.

Kitaba ulaşmak isteyenler 0 533 3077589 telefondan ya da emredagdelen@gmail.com adresinden iletişim kurabilirler.

3SAYI Basketbol Dergisi olarak Basketbolda Eğitsel Oyunlar Kitabı’nı tüm okuyucularımıza tavsiye ediyoruz.

14 Temmuz 2011 Tahminleri

Bu gece WNBA de tek maç olduğu için kupon yapma şansım bulunmuyor fakat eğer tekli oynama imkanınız varsa San Antonio Stars – Seattle Storm : Toplam Sayı Handikapta 150.0 yi geçeceklerini düşünüyorum. Seçimim bu maç için ‘ÜST’.. Oranı 1.86

 

Cihat Cemal Özdemir

http://www.facebook.com/ccobahisuzmani

Banvit Sokak Basketbolu Turnuvası Sona Erdi

BANVİT BANDIRMA SOKAK BASKETBOLU TURNUVASI MUHTEŞEM FİNAL GECESİYLE SON BULDU

Banvit Basketbol Kulübü’nün 2011 yazında düzenlediği sokak basketbol turnuvalarının ilki olan “Banvit Bandırma Sokak Basketbolu Turnuvası” 28 Haziran Salı gecesi yapılan final karşılaşmaları, ödül töreni ve birbirinden güzel gösterilerle dolu etkinliklerle sona erdi.

 

Gençlerin spora ve basketbola olan ilgisini arttırmayı amaçlayan ve 19 Haziran’da başlayan Turnuva’ya katılım ve ilgi, bu yıl da üst düzeydeydi. 10 gün boyunca büyük mücadelelere sahne olan organizasyonda, yedi kategoride 92 takım ve 368 basketbolcu mücadele etti. Geçmiş yıllarda olduğu gibi yine yoğun katılımın gerçekleştiği bu yılki turnuva, heyecanlı ve çekişmeli final maçları ile son buldu.

 

Final gecesinde kategorilere göre oynanan karşılaşmaların sonuçları ve şampiyon olan takımlar ise şöyle ;

 

Minik Erkekler

1.  Minik Yıldızlar  ( 15 )           2. Otur Abi     ( 7 )

Erkin Şenel     Can Barış Yavuz

Yağız İpek     Ayberk Şen

Kerem Çelik     Barış Can Sargın

Umur Dumar                              İzzet Süha Biçer

 

Küçük Erkekler

1. Pancar Motor    ( 15 )               2. Apaçi Berk ve Tayfası ( 12 )

Hakan Aktay         Kerem Özel

Berkan Dayı        Berk Yavuz

Deniz Islakoğlu        Hasan Atik

Varol Koçoğlu        Burak Çalışkan

 

Serbest Bayanlar

1. Pembe Ruj     ( 8 )             2. Sokak Sanatı    ( 15 )

Esra Topşahin    Şilan Bulut

Damla Semerci    Burcu Yavuz

İpek Gençkardeşler    Çisil Güngör

Gözde Kahraman    İpek Derici

 

Yıldız  Erkekler

1. Fetih Zamanı    ( 8 )             2. Geçerken Uğradık   ( 15 )

Hamit Aysal     Tolga Geçim (Cap)

Semih Turan      İbrahim Çağrı Yeşildağ

Kerem Baysal     Alkan Gürefeoğlu

Miraç Hanelçi     Atılay Çetinkaya

 

Genç  Erkekler

1. Cin Ali        ( 15 )             2. Crow Gider Agaa    ( 13 )

Özgür Şahin     Kubilay Çetinkaya

Canberk Hersan     Selahattin Lebleci

Ali Geçim     Tanju Akbardak

Kemal Zahra     Ahmet Kutlu

 

Büyük  Erkekler

1. Fani Dünya    ( 10 )              2. Jülyen       ( 15 )

Hamza Yılmaz     Berkin Çetinkaya

Burak Özkurt     Önem Yerli

Yasin Kıraş     Tolga Üner

Önder Aktaş     Kazım Cebir

 

Veteran Erkekler

1. Gurme Spor     ( 14 )                2. Huzur Evi İdman Yurdu  ( 15 )

Memduh Gümüş     Sedat Yorcu

İlkay Yücebilgiç     Alattin Eylik

Hamdi Selçuk     Bülent Beyazateş

Ata Tan     Cemalettin Özkahraman

 

 

Final maçlarının ardından minik erkekler kategorisinde ödülleri Banvit Altyapı Antrenörlerinden Erhan Uzel ve Basın Mensubu Cemal Atabey, küçük erkekler kategorisinde Banvit Altyapı Antrenörü Ali Yıldırım, Takım Menajerimiz Serhat Köymen ve Basın Mensubu Önder Balıkçı,  yıldız erkekler kategorisinde Banvit A Takım Kondüsyoneri Ertan Bedir ve Spor Okulları Antrenörü Osman Marsak, Basın Mensubu Zeki Karadeniz, genç erkekler kategorisinde Banvit Alt Yapı Menajerimiz Ulaş Özbülbül, Basın Mensubu Güven Taşçı, büyük erkekler kategorisinde Banvit A Takım Masörü Cem Şahin ve İlçe Basketbol Temsilcisi Öztürk Keskinkılıç, serbest bayanlar kategorisinde Genç Banvitliler Takım Menajeri Turgay Zeytingöz ve Basın Mensubu Erdem Özcan, veteran erkekler kategorisinde ise İlçe Spor Müdürü Ramadan Marmara ve Banvit Kulüp Müdürü Oktay Ulaş verdi.

Final gecesinde birbirinden güzel şovlar da vardı. Düzenlenen renkli yarışmalar ve gösteriler görülmeye değer güzellikteydi. Turnuva, organizasyonda emeği geçenlere madalya verilmesiyle son buldu.

Burhaniye Okerman İle devam

Kadınlar Basketbol 2. Ligi (TKBL) ekiplerinden Burhaniye Belediyespor, geçtiğimiz sezon takımı çalıştıran Erman Okerman’la yola devam ediyor. Siyah Beyazlı kulübün prensip anlaşmasına vardıkları Okerman ile A Milli Takımın Polonya’da düzenlenen Avrupa Kadınlar Basketbol Şampiyonası dönüşünde, resmi sözleşmenin imzalanacağı belirtildi.

Konuyla ilgili yazılı bir açıklama yapan Burhaniye Belediyespor Kulüp Başkanı Burak Ali Sarı, geçen sezonun ortasından itibaren uyum içinde çalıştıkları Okerman’la yola devam etmelerinin içinde bulundukları yeniden yapılanma sürecinin de kesintiye uğramaması açısından önem arz ettiğini belirtti. Kendisiyle hiçbir zaman yolları ayırma gibi bir düşüncelerinin olmadığının altını çizen Sarı açıklamasında şunları söyledi:

 

Biz Hocamızla geçen sene anlaşırken bu birlikteliğin sadece bir sezonluk olmamasını, istikrarlı yapılanmanın başarıyı getireceğini düşünmüştük. Sn. Okerman ile beraber takımımızın ligin 2. yarısında aldığı galibiyetler ligde kalmamıza yetmedi ancak takımımızın oynadığı basketbolun kamuoyunca sahiplendiği görmek bizi mutlu etti. Okullarda altyapı taramalarını geçtiğimiz sezonun sona ermesi ile başlatmıştık. Dolayısı ile bu yeni yapılanmanın da bu anlamda devam etmesi gerektiğini düşünüyoruz. Kulübümüzün kongre sürecini tamamlaması ile kendisi ile irtibata geçerek anlaşma sağladık. Avrupa Şampiyonası’nın ardından Hocamız Burhaniye’ye gelecek ve önümüzdeki sezon çalışmalarına kaldığımız yerden devam edeceğiz. Kulübümüz ve camiamız için hayırlı olmasını diliyorum.

Sercan Topçu Röportajı

 

Bu ay Gelişim Koleji’nin başarılı, başarılı olduğu kadar, saygılı, centilmen oyuncusu Sercan Topçu ile röportaj yaptık. Öncelikle bize bu röportaj için izin veren Gelişim Koleji Kulübü’ne teşekkür ederim. Birkaç yıldan beri istikrarlı bir çıkış yakalayan kariyerinde birçok İzmir takımında oynayan Sercan Topçu’yu sizlere tanıtmaya çalıştık.

Sercan Topçu Ağustos 1985 doğumlu. Basketbola Oyak Renault altyapısında başlayan Sercan Topçu, yıldız milli takım forması giymeyi başardı. Oyak Renault A takımında 2 sene forma giydikten sonra, Tire Belediyesi, Aliağa Belediyesi, Bursa Basket, Bornova Belediyesi, Vestelspor takımlarında forma giyen Sercan Topçu, 2010–2011 sezonunda Gelişim Koleji forması altında mücadele ediyor.

 

 

3SAYI:Sercan nasıl bir kariyer planın var?

 

Sercan Topçu: Altyapılarda oynarken TBL’de oynama hedefim vardı ama yaş ilerleyince kuvvet olarak biraz güçsüz kaldım, A takıma çıktığım ilk yıllarda fazla süre alamayınca bu düşüncem değişti. Bununla beraber birkaç yıldan beri sürelerim artınca bu fikirlerim tekrar eski halini almaya başladı. Bursa Basket senesinde İsmail Beleş ile kendimi buldum, ertesi sezonda Bornova Belediyesi ile TB2L’den TBL’ye çıkınca kendime olan güvenimde arttı. Gün geçtikçe hedeflerim artıyor.

 

3SAYI:Kendine model aldığın oyun kurucular var mı?

 

ST: Özellikle asist ve şut özellikleri dolayısıyla Kerem Tunçeri ve Cüneyt Enden’i çok beğeniyorum.

 

3SAYI:İzmir’de oynamaktan mutlu musun?

 

ST: Evet, İzmir’de oynamaktan çok mutluyum, güzel arkadaşlıklar edindim, güzel dostluklar kurdum ve İzmir çok güzel bir şehir. Tire Belediyesinde oynadığım yıl İzmir’e çok gelemiyordum ama Aliağa Belediyesi’nde oynadığım sezon Bostanlıda oturdum ve İzmir’i daha çok sevdim, İzmirli gibi oldum zaten…

 

3SAYI:Daha önce birçok kulüpte görev aldın, peki senin gözünden Gelişim Koleji nasıl bir yapı?

 

ST: Namık Ağabey ile daha önceki sezonlarda da konuşmuştuk ama bu seneye kısmet oldu. Çok güzel bir yapı Gelişim Koleji. Kulübün içinde ki herkes çok sıcak, herkes birbiriyle diyalog halinde ve organizasyon çok iyi.

 

3SAYI:Kendinde beğendiğin ve beğenmediğin oyuncu özelliklerin neler?

 

ST: Özellikle asist yapmayı çok seviyorum çünkü takım arkadaşıma sayı arttırtmayı daha çok seviyorum. Bununla beraber 3 sayı çizgisinin gerisinden beklenmedik anda attığım ve isabet kaydettiğim şutları da seviyorum. Maç sonlarında ki kondisyon eksiğimi gidermem lazım, çok yorulduğumda bazen oyun görüşüm düşebiliyor.

 

3SAYI:Bugüne kadar oynadığın takımlarda en fazla sorumluluğu Gelişim Kolejinde mi alıyorsun?

 

ST: Oynadığım diğer takımlarda görev ve sorumluluklarım başkaydı ama Bursa Basket ve Gelişim Koleji’nde aldığım sorumluluk çok daha fazla ve belirgin. Bursa Basket’te kısıtlı bir bütçe ile mücadele ederken, Gelişim Kolejinde gerek bütçe, gerek hedeflerin yüksek olması, aldığım sorumluluğun değerini arttırıyor.

3SAYI:Takımdaki sorumluluğunun fazla olması, antrenörlerinin ve takım arkadaşlarının senden beklentilerinin yüksek olması seni hangi yönde etkiliyor?

 

ST: Kesinlikle pozitif yönde etkileniyorum. Üzüntülerimde, sevinçlerimde çok daha yüksek oluyor. Optimum TED Ankara Kolejliler maçında kaçırdığım faul atışı beni çok üzdü, onu atmam gerekiyordu. O an da mesela faul çizisine giderken, birinin seçilmesi gerekseydi ben kendimi seçerdim. Özgüveni yüksek bir oyuncuyum bununla beraber bu sene kulüpte güvenleri hissettirince tabii ki kendime olan güvenim daha çok arttı.

 

3SAYI:Deniz Atak ile çalışmak nasıl?

 

ST: Çalışma ortamı çok güzel, Deniz Ağabey’de bana çok şeyler katıyor, bu da giderek oyunumda ortaya çıkıyor. Özellikle oyunun sonlarında bana çok destek oluyor, ayrıca ben kendimi soğukkanlı ve sakin bir oyuncu olarak nitelendiririm, Deniz Ağabey benden kat kat sakin ve soğukkanlı.

3SAYI:Basketbola baştan başlasan hangi pozisyonda oynamak isterdin?

 

ST: Kesinlikle oyun kurucu olarak oynamak isterdim, çok mutluyum bu pozisyonda oynamaktan.

 

3SAYI:Türkiye’nin Dünya İkinciliği hakkında ne düşünüyorsun?

 

ST: Hazırlık dönemi maçları biraz sıkıntılıydı, bende takip etme şansı buldum. Fakat turnuvanın başlamasıyla iyi bir şeyler olacağını Türk halkına hissettirdiler. Yaptıkları savunma ve halkın desteği ile büyük bir başarıya imza attılar.

 

3SAYI:Bu sezon TB2L’yi nasıl değerlendiriyorsun?

 

ST: Kuralar çekiliğinde bende şaşırdım, bulunduğumuz grup oldukça zorlu bir gruptu. Birde şu açıdan bakmak lazım sürekli sert maç oynuyorsun, herkes birbirini yenebiliyor, hiç gevşeme şansın yok. Normal sezon sonunda da diğer gruptaki rakibimizle oynarken eminim ki bu sert maçların faydalarını göreceğiz. Bizimde mesela sezon başında yapılan eleştirilerde zor bir sezon yaşayacağımızı söylüyorlardı bununla beraber sezon başlayınca bu düşünceler değişti diye düşünüyorum. Öbür grup bizim grubumuza göre daha az zorlu bir grup hem grubun kendilerine göre artıları ve eksileri var.

3SAYI:Gelişim Koleji bu yıl oldukça genç bir organizasyona sahip, sende bu organizasyonda sanki “ağabeyliğe” geçiş yaşıyorsun, neler düşünüyorsun?

ST: Kesinlikle, öncelikle benden daha genç olan arkadaşlara bakınca kendimi görüyorum. Bende ilk A takıma çıktığımda bir şeyler olunca şaşırıp kalıyordum, tabii onlara kendi tecrübelerimden bir şey aktarabilmek çok güzel bir his. Ben genç oyuncu zamanımda Oyak Renault’da ki ağabeylerim bana nasıl davrandıysa bende şimdi öyle davranmaya çalışıyorum. O yıllarda ağabeylerim bana çok iyi davranıp, yardım etmişlerdi, bende o şekilde davranmaya özen gösteriyorum.

 

3SAYI: Allen Iverson’ın Türkiye’ye gelmesini nasıl yorumluyorsun?

 

ST: Allen Iverson’un Türkiye’ye gelmesi büyük olay. Ben ilk duyduğumda inanmamıştım. Tebrik etmek gerekiyor bence onu Türkiye’ye getirenleri.

 

3SAYI: TBL’de oturan bir Sercan mı? Yoksa TB2L’de oynayan bir Sercan mı?

 

ST: TB2L’de oynayan bir Sercan. Çalışıyorsun, çalışıyorsun, önündekiler de iyi oyuncu şans gelmeyince düşüyorsun. Tabii bu düşüncemin yaşla da çok orantısı var. Genç oyuncu olsam belki daha farklı düşünebilirdim.

 

3SAYI: Gelişim Koleji normal sezonu sence kaçıncı bitirir?

 

ST: Grupta şu an 10 maçta 5 galibiyetimiz var, bence 6. sıradan aşağıya düşmeyiz, ilk yarıda üstümüzde bulunan takımlara kaybettiğimiz maçlar var, ligin 2. yarısında bunları telafi edip daha üst sıralara çıkabiliriz.

 

3SAYI: Sercan vakit ayırdığın için teşekkür ederim, başarılar diliyorum.

 

ST: Ben teşekkür ederim, iyi çalışmalar…

 

Röportaj: Emre Dağdelen

TB2L’de Ya Yabancılar Olmasaydı?

 

 

TB2L’de her takımın saha içinde bir yabancı oyuncu bulundurma hakları olduğunu düşündüğümüzde, kadrosunda iyi bir yabancı bulunduran bir takımın ligdeki sıralamada önemli bir avantaj sağlayacağı kuşku götürmez bir gerçek.

 

Amerikalı oyuncu bütçeleri mevkileri ve tabii ki oyuncu özelliklerine göre farklılıklar göstermektedirler. Eğer maddi bir problem ya da alınmış bir kulüp kararı yoksa her takım kadrosuna yabancı oyuncu takviyesini yapıyor.

 

Ben inanıyorum ki lig yabancısız oynansa büyük ihtimalle sıralamalar farklılıklar gösterebilir. Evet, liglerde geçmiş yıllarda da olduğu gibi bu yıl da çok kaliteli yabancı oyuncular bulunmakta. Bu yabancı oyuncular ligi domine etmektedirler.

 

TB2L’ye ve hedefi 1. lige çıkmak olan takımlara baktığımızda hepsinin kadrosunda kaliteli yabancı oyuncular olduğunu göreceğiz. Bununla beraber bazı takımların yerli oyuncu kadrosu o kadar iyi ki yabancı oyuncu oynayamayabilir. Fakat bu çok az görülebilen bir durum. Genellikle antrenörler sezon başında takımlarını oluştururken, kendi oynatacakları basketbola göre, bir pozisyonu yabancı oyuncu ile geçerler ve bu tercihte genelde Amerikalı oyunculardan yana olur. Bazen öyle durumlar olur ki, yerli oyuncudan daha az bir kontrata sahip olan bir yabancı oyuncudan çok fazla beklentilere girilebilir.

 

Peki ya şu an da tüm yabancı oyuncuları takımlardan çıkartsak neler değişir? Etkili bir uzun yabancı oyuncuya sahip takımlara, rakip takımların yardım getirmek zorunda kaldığı durumlar ortadan kalksa ya da kısa ve adam geçme yeteneğine sahip kısa bir yabancı oyuncunun adam geçip sayı atma özelliğinden yoksun kalınsa, blokçu ve atlet bir uzun forvet’in ribaunt ve bloklarından yoksun kalınsa. Sanırım bu örnekleri arttırabiliriz.

 

Türkiye Basketbol Federasyonu’nun istatistiksel verilerine bakarsak, en çok sayı atan oyuncuların ilk 10’nun 7 tanesi yabancı oyuncu, ribaunt toplamında ilk 10 oyuncudan 9 tanesi yabancı, asist listesinin tamamı yerli oyuncu, blok listesinin ilk 10’undan 8 tanesi yabancı oyuncu. Bu istatistikler TB2L’nin 10. hafta maçları oynanıldıktan sonraki verilerdir.

İstatistik verilere baktığımızda asistleri yerli oyuncular, sayıları ve ribauntları ağırlıklı olarak yabancı oyuncular yapıyorlar diyebiliriz.

 

Ya olmasalardı? Şu an ki sıralama ne kadar değişebilirdi? Şu an da TB2L’nin en iyi kadrosuna sahip ekiplerinin başında gelen Optimum TED Ankara Kolejliler sanırım yine en üst sıralarda olurdu bununla beraber birçok takımın sıralamadaki yerinin çok farklı olacağını düşünüyorum.

 

Bir takımın maç başına ortalama örnek olarak 18 sayısını atan oyuncusunu ertesi maç kullanamayacak olsanız tedbir almak zorunda kalırsınız. Bunu ribaunt, blok gibi verilerle de pekiştirebiliriz. Ya herkes bu ve benzeri artılarını kaybetse?

 

Ben yerli oyuncuların kalitesinin TB2L’de oynayan bazı yabancı oyunculardan yüksek olduğuna inanıyorum bununla beraber, kadrosunda yabancı oyuncu barındırmak kulüplerin olaya bakışının bir göstergesi gibi görünebiliyor. Ben bunu da doğru bulmuyorum, çok ucuz maliyetli yabancı oyuncuların birçoğu sezon içinde problem yaşatabiliyor ve ona verilen süreler birçok oyuncunun süresini etkilemekte.

 

Evet görsel zenginlik kattıkları, ligin havasını değiştirdiği gerçeğini kabul etmeliyiz. Benim sizlere düşündürmek istediğim bir an sadece bir an, “ya yabancı oyuncu olmasaydı TB2L nasıl olur ve nasıl bir misyonu olurdu?

 

Emre Dağdelen

 

Monta Ellis Golden State’de Son Günlerini Mi Yaşıyor?

Golden State Warriors, sütör guardı Monta Ellis için alıcı aramakta. Takımı emanet etmek istedikleri, ligde 2. yılını bitiren Stephen Curry ile iyi bir ikili oluşturamadıklarını ve savunmada zaaflara neden olduğunu düşünen yönetim Ellis için alıcı aramakta.  Philly’den ayrılması gündemde olan Andre Iguodala takası en yakın ihtimal gözükürken bir çok takım Ellis için Oakland ekibinin kapısını çalıyor. Chicago ile Deng, Denver ile Nene ve Portland ile Gerald Wallace için görüşen Golden State en iyi takası yapmak için sabırlı davranmayı seçiyor.  Jerry West gibi bir yöneticiyi ekibine katan Golden State’in yanlış bir hamle yapacağını düşünmüyorum. Takım cesurca bir hareketle Memphis’le Rudy Gay için görüştü. Takımın birinci önceliği savunma direncini arttırmak.

TBL11

 

Türkiye Basketbol Ligi bir kez daha BEKO sponsorluğunda önceki yıllara oranla gerçek bir dünya yıldızının varlığı ile şenlenerek devam ediyor.

 

Benim için her sezon ayrı bir keyiftir. Birçok basketbolsever ligimizi hep hor görür. NBA varken Türkiye ligi mi izlenir yâ da Eurolig izledikten sonra Türkiye ligi bana zevk vermiyor gibi söylemlerle hep 3.sıraya itilen ligimiz ancak Efes Pilsen-Fenerbahçe Ülker veya 3 büyük takımın kendi aralarında oynadığı maçlar sırasında gündeme gelmektedir.

 

Futbol maçları haftanın 4 günü alt liglere kadar ekranda kendisine yer bulurken zavallı basketbol maçları federasyonun ve yayıncı kuruluşun üstün becerisi sayesinde haftada sadece 1 güne sıkıştırılmaktadır. Gerçek anlamda zevk alarak bu maçları takip etmek isteyenlere bile illallah ettirilmektedir. Düşünün NBA haftanın her günü, Eurolig bile haftanın 2 günü oynanmakta ama Beko Basketbol Ligi haftada sadece 1 gün oynanmakta.

 

Ligin kendisine dönüp baktığımızda hep olumlu gelişmeler görüyoruz.

Fenerbahçe Ülker kendisine el freni etkisi yapan koca bir ağırlıktan kurtuldu mu?

-Kurtuldu..

 

Galatasaray Cafe Crown Oktay Mahmuti ile belli bir standarda ulaştı mı?

-Ulaştı..

 

Banvit sırtını çok daha sağlam bir şekilde Orhun Ene’ye dayadı mı?

-Dayadı..

 

Efes Pilsen’in ucu asla görünmeyen sonu ne olacağı bilinmeyen yeni arayışlarından birisini daha uygulamaya soktu mu?

Türk Telekom bir kez daha ne yapmak istediğini asla anlayamayacağımız yeni icatlarda bulundu mu?

-Efes ve Telekom’un bu bilinmezleri bile insanı meraklandırıyor.

 

Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük oyuncularından birisi ligimize adım attı mı?

-O bile oldu, biz kendimiz ligimize değer vermezken Beşiktaş Cola Turka’nın maçları haftada bir gün NBA TV ekranların da kendisine yer bulacak.

 

Takımlarımızı incelemeye geçmeden önce dilerseniz Ülker’in Fenerbahçe hariç diğer takımların sponsorluğundan çekilme olayını değerlendirelim.

Ülker kendi kulübünün kepenklerini kapatıp Fenerbahçe ile adeta şirket evliliği yaptığı gün Galatasaray ve Beşiktaş’ın; Fenerbahçe’nin kendilerinden büyük olduğunu yüksek sesle haykırdıkları gün olarak tarihe geçti.

Bu birleşmeyi sadece seyreden GS ve BJK kendilerine Ülker ayarında destek verecek bir kurum bulamadılar ve bulamadıkları yetmezmiş gibi bir de Fenerbahçe’den arta kalan kırıntılara razı oldular.

Ülker ana markasının altında yer alan Cola Turka ve Cafe Crown gibi iki alt markayı; isimlerinin peşine telaffuz edilmesine müsaade ederek bir kez daha Fenerbahçe’nin gerisinde kalmaya razı olup boyun eğdiler.

Tüm GS ve BJK taraftarları Fenerbahçe Ülker’in her şampiyonluğunda bunun ezikliğini yaşadı fakat yöneticilerin bu durumu ruhları bile duymadı. Basketbol onlar için hep 2. sırada oldu. Fenerbahçe ismi Avrupa da bir basketbol markası oldukça ligde ağırlığı Siena ve Maccabi ayarına geldikçe GS ve BJK taraftarları basketboldan soğudu.

Şimdi Ülker gurubunun Fenerbahçe ile olan birlikteliği dışında basketboldan çekilecek olmasını ben büyük bir keyif ile bekliyorum. Çünkü hazır sponsoru elinde bulan tembel işgüzar yöneticilerin asla sonlandırmak istemeyeceği sponsorluk anlaşmasının bitmesi ile beraber kendilerine yeni, güçlü ve sağlam bir sponsor bulmak zorunda kalacaklar.

Ülker yönetimi GS ve BJK ekiplerine sponsor olmaktan vazgeçtikleri an basketbolumuzun bir vites daha atacağını düşünüyorum.

Fenerbahçe Ülker takımından bu kadar bahsetmişken değerlendirmeye buradan başlamak en mantıklısı gibi:

 

Fenerbahçe Ülker

Sezona müthiş bir başlangıç yapmalarını bekliyorduk ama Efes Pilsen ilk kupayı ellerinden almayı başardı. Sonra ligde ve Avrupa da yıllardır beklediğimiz patlamanın sinyalini alır gibi olduk.

Sezona flaş transferler ile başlamalarını bekliyorduk ama sadece iki tane çok değerli yerli oyuncu ve Lavrinovic’i aldılar. Efes Pilsen altyapısının en önemli üretimlerinden birisi olan Engin Atsür ile Karşıyaka da doğup Furkan yaşında Efes’e gelen Kaya Peker Fenerbahçe Ülker’in gücüne güç katan isimler oldular.

Fenerbahçe Ülker yerli oyuncularının kıymetini Efes Pilsen’e oranla çok çok daha iyi biliyor ve bu sayede Efes Pilsen’e son yıllarda büyük bir fark atıyor.

Engin transferi Ukic’i yedekleme açısından önemli bir hamleydi ama sakatlanması tüm hesapları bozdu. Engin henüz sezonun başında sakatlanmasına rağmen gerekli önlem alınmadı, Ukiç’in sakatlanmasıyla beraber takım adeta oyun kurucusuz kaldı. Greer’i gönderip onun kalitesinde ama orijinal bir point guard alamayan FB Ülker Engin’in sakatlandığı anda adeta basireti bağlanarak yeni bir yerli oyun kurucu alamadı veya almak istemedi. Çok ama çok yanlış yaptılar.

Sakatlıklar bir takımın kaderini ne kadar etkiler bilinmez ama Vidmar’ın sakatlığı sonrası FB Ülker sanki temel direğini kaybetmiş gibi oldu. Vidmar’ın yerine gelen May ise mevcut FB Ülker rotasyonunda son sırada kalmaya mahkûm gibi görünüyor.

Şimdi bakınca uzun rotasyonuna hazır Lavrinovic’i almışken sezon başında boşta olan Jasikevicius da alınsaymış diyorum.

FB Ülker benim bu sezonki en büyük şampiyonluk adayım. Elindeki mevcut kadronun ağırlığı, oynadıkları basketbol, yaptıkları savunma ile zorlanacaklarını zannetmiyorum. FB Ülker’den yana tek dileğim bu sene Final Four yapabilmeleri.

 

 

Efes Pilsen

Yanlış yapmak bu takımın artık son yıllarda yaptığı en kolay iş oldu. Bu sezona baktığımız da yine kolayca hatalar bulabiliyoruz ama Oktay Mahmuti’li yıllardan başlayan hatalar zincirini koparmak bir günde yapılabilecek kolay bir iş gibi durmuyor.

Efes Pilsen’i Efes Pilsen yapan en önemi unsur her zaman kadroları olmuştur. Kendi altyapısından yetişen oyuncularla birlikte diğer takımların ellerinde bulunan az bir şey sivrilmiş oyuncularını denemek için dahi olsa hemen alırlardı.

Hatta bu durum çok eleştirilir ve bize yaşama şansı vermiyorlar, oyuncularımızı çok genç yaşta elimizden alıyorlar diyorlardı.

Şimdi bırakın dışarıdan oyuncu almayı, kendi altyapılarından yetişenleri bile ellerinde tutamıyorlar. Ezeli rakipleri FB Ülker’in kadrosuna baktığımız zaman tam 4 tane Efes Pilsen orijinli diyebileceğimiz oyuncu görüyoruz. Efes Pilsen’in kendi kadrosunda bile Efes Pilsen altyapısından yetişen oyuncu sayısı Sinan ile birlikte 4 ediyor. Belki Kerem Gönlüm’ü de oraya ekleyebiliriz ama zamanın da Ülker ona büyük bir ihanet etmeseydi belki oda orda olmayacaktı. Tüm yerlileri işin içine dahil etsek bile bunlardan ikisi yani Ender ve Cenk zaten hiç süre almıyor!!

Sırf yerli kadrosunu güçlendirmek ve sırası gelince lazım olur diyerek bir sezon Nedim Dal’ı bir sezon Asım Pars’ı bütün sezon bench’inde oturtan Efes Pilsen şimdi elindeki Kaya Peker’e bile sahip çıkamıyor.

Açıkçası şampiyonluk yolunda bu sezon Efes Pilsen’den yana hiç ümidim yok ama çıkmayan candan ümit kesilmez.

FB Ülker kadrosu ile Efes Pilsen kadrosunu kıyaslıyorum Efes Pilsen’in üstün gözüken hiçbir pozisyonunu göremiyorum en fazla eşit gözüküyor gözüme.

Durum böyle olunca geriye en fazla koç faktörü kalıyor. Efes Pilsen koçu eski büyük oyuncu Velimir Perasovic rakip koçlara üstünlük sağlar ise Efes Pilsen bu sezon ancak bu şekilde şampiyon olabilir.

 

Galatasaray Cafe Crovn

Öyle bir sezonu geride bıraktılar ki az kaldı o sezonun kendisi Galatasaray’ı kümenin gerisinde bırakacaktı. Galatasaray taraftarları her sezon takımlarının başına Erman Kunter veya Oktay Mahmuti ayarında elit bir koç bekliyorlardı ama 2. plana itilen basketbol takımının başına hep Galatasaray Lisesinden birileri adeta uyduruluyordu. Murat Özyer takıma belli bir değer kazandırmış ama üzerine çıkamamıştı. Galatasaray taraftarları Özyer’den memnun değildi ama bu memnuniyetsizlikleri onun kötü koç olmasından kaynaklanmıyordu. Takımı şampiyonluk havasına sokamayacağını düşünüyorlardı ve takımın başında istemiyorlardı ama bilselerdi sonrasında başlarına gelecekleri eminim ki Özyer’i takımın başına pranga ile bağlarlardı.

Şimdi yeni bir umut yeni bir sezon var, takımın başında Oktay Mahmuti gibi taraftarın istediği arzu ettiği bir koç var. Eldeki kadroda 3 aşağı 5 yukarı zirveye oynayabilecek bir kadro. Bana göre en büyük eksiği takımı ayakta tutacak kapı gibi bir 5 numaranın olmayışı ama kimin elinde var ki dediğinizi duyar gibi oluyorum.

Yönetim yine yapması gereken olağan zafiyetlerden birisini sergileyip, uçanın kaçanın Türkiye’den su içenin Türk yapıldığı dönemde Shumpert’in vatandaşlık işlerini zamanında tamamlayamadı. Shumpert zamanında Türk vatandaşlığına geçebilseydi belki onun yerine kalıplı, uzun, eli ayağı top tutan bir pivot alınabilirdi.

Sezon sonunda tahminimce Avrupa’da iyi işler çıkartmış, ligimizde yarı final oynamış başarılı bir Galatasaray bulacağız.

 

 

 

Banvit

Banvit benim için bir rüya. İtiraf etmem gerekirse içinde bulunmak istediğim bir yer. Hatta bütün ligde içinde bulunmak istediğim tek takım.

Oldukça dengeli bir kadroları var. Gelen yabancıların tamamı uyumlu oyuncular. Takımda genç-yaşlı, yerli-yabancı ayrımı yok, adeta uyum fışkırıyor. Başlarında mükemmel bir koç var. Banvit için çok şey yazmak istiyorum ama ne yazsam az gelecekmiş gibime geliyor.

Bandırma için takımdan beklenecek en büyük başarı; bu yatırımı asla kesilmemesi olacaktır. Bu takımın varlığı Bandırma için en büyük başarıdır. Takımlarına sahip çıksınlar ve başardıkları hiçbir şeye şaşırmasınlar, sene sonunda en az yarı final oynayacaklarını düşünüyorum.

 

Pınar Karşıyaka

İşte ligde en çok beğendiğim takımlardan birisi daha, Furkan ve Birkan’ın varlığı bile bu takımı benim açımdan çekici kılmaya yetiyor. Ligin en iyi seyircilerinden birisine sahipler, takımlarını hiç yalnız ve sessiz bırakmıyorlar.

Takımdaki yabancı oyuncular gelenek olduğu üzere asla belli bir kalitenin altına düşmüyor. Bir zamanlar Eczacıbaşı’nın yâda Efes Pilsen’in genç kadrolar ile yaptıkları sürprizlere yeni bir halka ekleyebilirler mi bilemiyorum ama bunu yapabileceklerini düşündürecek iyi oyunculara ve taraftara sahipler.

Bu sene Furkan’ın Karşıyaka’daki son sezonu olduğunu düşünüyorum. Pınar Karşıyaka’nın kronik sorunu olan yetersiz bench desteğinin artması ile birlikte başarı da gelebilir diyorum. Sezon sonu tahminim en kötü çeyrek final yaparlar.

 

 

Medical Park Trabzon Spor

Şampiyon olup TBL’ye terfi eden Medical Park Trabzon Spor sezona oldukça flaş isimlerle başladı. Tam da istim üzerindeyken yavaş yavaş sorunlar ortaya çıktı. Evren Büker olayı hem imajlarını oldukça zedeledi hem de takımın havasını bozdu. Sezona çok kötü başladılar ve sonunda koç değişikliğine kadar gittiler.

Sene sonuna kadar yerli ve yabancı birçok oyuncu değişikliği bekliyorum. Şu anda Michael Right ve Ersin Görkem’in performanslarına bağlılar. Play-off yapacaklarını düşünmüyorum ama yaparlarsa ilk yıldan büyük başarı olur. Küme düşmenin çok uzağındalar ama performansları küme düşecek takımı etkileyebilir. Sakota ile birlikte takım iyice Sırp ekolüne dönüştü, değişecek yeni yabancıların tamamı da sanırım bundan sonra Sırp olacaktır.

 

 

Türk Telekom

 

Allah için birileri bana Türk Telekom yöneticilerinin ne yapmak istediklerini açıklasın.

Arkadaş;

Para var mı?

Var..

Ortam var mı?

Var..

Seyirci var mı?

Ankaragücü amigolarının salona gelen gerçek seyirciyi bezdirip salondan kaçırmasını saymazsak o da VAR..

(Basketbol sahasına hiç yakışmayan bir gurup ne üdüğü belirsiz adamın artık salonlardan elini ayağını kestirtmek lazım yoksa yakında Telekom maçlarına giden tek bir gerçek basketbolsever kalmayacak)

Yani elde şeker, yağ, un her şey var. Geriye tek bir şey kalıyor adam gibi takımı yönetecek bir yönetici topluluğu..

Türk Telekom için koç değişikliği önemli bir adım, ligin bir çok takımından daha iyi oyuncu kadrosuna sahipler. An itibarıyla yine El-Amin’in ve Kenan Bajramovic’in isimleri de geçiyor.

Sezon sonunda ne olursa olsun play-off yapacaklarını düşünüyorum, zaten yapamazlarsa hakikaten kulübü kapatıp acil bir şekilde Ülker taktiği yapsınlar.

 

 

Antalya Büyükşehir Belediyesi

Ahmet Kandemir yine yaptı yapacağını. Şu takımdan hangi yerli oyuncuyu kadronuzda görmek istersiniz deseler Muratcan dışında tek isim söylemezsiniz. Belki Polat diyebilirsiniz ama geriye kalanların tamamı diğer takımlar tarafından denenmiş ama istenmemiş oyuncular.

Sezon ilerledikçe sıralamadaki yerleri biraz aşağı doğru kayacaktır, play-off sıralaması içerisinde kalırlarsa mükemmel bir iş yapmış olurlar.

 

Bornova Belediyesi

Lige adımlarını attıkları andan itibaren asla belli bir çizginin altına düşmediler. Yabancı oyuncularını çok iyi seçiyorlar geriye kalan yerli oyuncular birbirleriyle oldukça uyumlular. Bu sene kadrolarına kattıkları Murat Kaya bekli de ilk gerçek transferleri.

Ümit Sonkol takıma Amerikalı oyuncu katkısı veriyor. Ümit’i kadrolarına katmaları büyük başarı ama keşke Yalçın Azizmahmutoğulları’nı bırakmasalardı. Sezon sonunda play-off’u kıl payı kaçıracaklarını düşünüyorum. Daha doğrusu hep limitlerde olacaklar, girerlerse son sıradan play-off yapacaklar.

 

 

Olin Edirne

Ligimizin yeni takımı çok da aşina olmadığımız bir yerden, hep İstanbul’un ötesi diye cümleye başlarız ama İstanbul’un öteki ötesini pek aklımıza getirmeyiz.

Olin tam da yapması gereken hamleyi yaparak, 2. ligde kendi ‘’yağıyla’’ kavrulan Edirne G.S.İ.M takımına sahip çıktı ve olması gereken yere taşıdı. Takıma bakınca birbirleriyle tamamen alakasız oyuncuları bir arada görüyoruz. Takımda her şey var. Yaşlı ve deneyimli oyuncular, genç oyuncular, devşirme, 2. ligin gediklileri,1. ligin gediklileri, yabancı oyuncular, kısaca ne ararsan var.

Eğer böyle bir takım başarılı oluyorsa bunun tek bir nedeni vardır oda koç faktörü.

Litvanya ekolu ile oynadığı her takıma problem yaşatan evinde her an herkesi yenebilecek ayarda bir takım olan Olin Edirne koç Gökhan Taştimur önderliğinde sezon sonuna kadar play-off’ları kovalayacaktır ancak ligi 9. veya 10. sırada tamamlayacaktır.

 

 

Aliağa Petkim

Şapkadan tavşan çıkartan takım desek yanlış olmaz sanırım. Hele Halil Üner ile Gerald Fitch ikilisi bir araya gelince şapkadan çıkan tavşanların sayısında artış olacaktır.

Yinede bu şapkadan çıkan tavşanlar belki play-off’a girecek takımları etkileyecek olsa da Aliağa’nın play-off yapmasına yetmeyecektir.

Fitch transferi olmasa ligden düşme adayım bile alabilirlerdi ancak sezon sonunda küme düşecek iki takımdan birisi olacağını düşünmüyorum.

 

 

 

Tofaş

Tofaş bu ligin halinden en memnun takımı gibi duruyor. Ne düşmeye niyetleri var nede yükselip ligin üst sıralarına tırmanmaya.

Şu anda sıralamada kendilerinin üzerinde yer alan birçok takımdan çok çok daha iyi kadroya sahip olmalarına rağmen play-off için en ufak bir ümit vermiyorlar.

Ligin en yetenekli oyuncularından İlkay Karaman’a sahipler. İnanç ve Onur gibi geçen sene Mersin’i Mersin yapan iki tecrübeli oyuncuya sahipler. Hepsi birbirlerinden yetenekli Can Altıntığ, Can Özcan, Fırat Töz gibi gençlere sahipler. Ruzic gibi ligimizi iyi bilen kaliteli bir yabancıları var ama ortada bu takıma basketbol oynatıp maç kazandıracak bir koçları yok maalesef.

Keşke Roma’ya bir bilet daha kesilseymiş..

 

 

 

Küme Düşme Adaylarım

 

Erdemir, Oyak Renault ve Mersin Büyükşehir Belediye

 

Erdemir ile başlayalım çünkü bana göre düşmeye en yakın takım konumundalar. Mersin düşmemek için gerekli adımları atacaktır, eğer bu adımlarda başarısız olurlarsa ancak o zaman düşerler. Oyak ise nerdeyse her sene bu civarlarda geziniyor, Oyak Reno’dan iyi küme düşmeme takımı bulamazsınız.

Rakiplerine oranla Erdemir en şanssız takım görünümünde. Yaptıkları yerli transferlerin hiçbirisi katkı vermedi. Yerli oyunculardan sadece Erkan Veyseloğlu lig oyuncusu potansiyeli sergiliyor. Altan Erol, Berent, Hakan Demirel gibi katkı vermesi beklenen oyuncular ortalıkta gözükmüyorlar.

Ligde her zaman Pasco ve Dickel’li kadrosuyla hatırladığımız Erdemir’e hep sempati duymuşumdur ama bu sezon kesin kez düşeceklerini düşünüyorum.

 

Erdemir’den sonra geriye bir aday kalıyor. 2. kontenjan için tahminim Oyak Renault

Çekirge yeterince sıçradı, bu kadrolarla ligde bu kadar kalmaları bile büyük bir olay bence.

Açıkça söylemek gerekirse ben zaten Oyak ve Tofaş takımlarından üstün başarı beklemiyorum. Onlardan beklentim, altyapılarını hiç bozmamaları ve bu düzenleriyle tutunabildikleri kadar 1. ligde tutunmaları. 2. lige düştüklerinde zaten altyapıdan gelen mevcut oyuncularıyla yeniden yükselebiliyorlar. Maksat üretmeye devam etsinler yeter.

 

Mersin Büyükşehir Belediyesi

 

Güney temsilcisi Mersin ligin diplerinde olmayı şu ana kadar kesinlikle hak ediyor fakat buradan kurtulmak için acilen çaba göstermeye başlamaları lazım. Geçen sezon ki yabancılarını başta Baron olmak üzere oldukça arıyorlar ama İnanç ve Altan Erol’un verdiği katkıyı bence mumla arıyorlar. Altan Erol’u kadroda istemeyip yolladılar, İnanç da takımdan ayrılınca 2 ve 3 numaralı pozisyonlarda tamamen yabancıların eline kaldılar. Mutlaka bir yolunu bulup gerekli hamleleri yapıp ligde kalacaklardır ancak bu hiçte kolay olmayacak.

 

 

Şu ana kadar olan bütün takımları aklıma geldiği sıra ile yazdım, sadece küme düşme hattında gördüklerimi sona bırakmıştım ama Beşiktaş Cola Turka’yı özellikle en sona saklayıp yazımı BJK ile bitirmek istedim.

 

 

 

Beşiktaş Cola Turka

Beşiktaş bütün dünyanın duyduğu muhteşem bir transfer yaptı. Allen Iverson adı ilgili ilgisiz basketbol diye bir oyunun varlığını bilen herkesin tanıdığı bir isim. BJK taraftarı haklı olarak onun adını duydukları anda şampiyonluk beklentisi içine girdi. Aslına bakarsanız bunda haklıydılar çünkü Iverson; Denver’a ve Detroit’e gittiği anda Denver’lı ve Detroit’li taraftarlarda tıpkı BJK taraftarları gibi şampiyonluk rüyaları görmeye başlamışlardı.

Beşiktaş Cola Turka büyük bir iş yaptı ve Iverson’u getirtti fakat gerisini oluruna bıraktı. Iverson’un elinde sihirli sopa yok ve bu oyun hala tek topla 5 kişiyle oynanıyor üstelik sahada sana o topu oynatmamaya çalışan rakip 5 kişide hala yerli yerinde duruyor.

Allen Iverson takıma geldi gelmesine ve bunu bütün dünya duydu duymasına ama sanırım takımın koçunun ve takımın daha düne kadar en büyük yıldızı ve lideri olan Chatman’in bundan haberi yok.

Beşiktaş şu anda oynadığı mevcut basketbolu Iverson olmadan da aynı bu şablonla oynayabilir.

Sahadaki Beşiktaş Cola Turka takımı hala Chatman’ın takımı, hücumda hala her şey Chatman üzerinden dönüyor ve topların hala büyük bir kısmını Chatman kullanıyor. O zaman adama sormazlar mı?

Iverson’u niye aldınız demezler mi?

Beşiktaş staff ‘ında ilk olarak yardımcı antrenör olarak görev yapan Burak Bıyıktay takımın koçu İhsan Bayülgen şampiyonluk arifesinde kovulunca final serisinde takımın başında koç olarak sahaya çıkmıştı. Bir sonraki sezon Murat Didin koçtu kendisi menajer. Murat Didin başarısız oldu ve kovuldu sonra takımın başına koç olarak Ufuk SARICA getirildi ama  manajer kimliğinde olan Burak Bıyıktay yine ordaydı. Bir sonraki sezon Ergin Ataman takımın başına geldiğinde menajer koltuğunda yine aynı isim vardı. Gelip gidenler başarısız olanlar takımdan ayrılanlar tren vagonu gibi sıralanıp gidiyorlardı ama Burak Bıyıktay nedense hep oradaydı.

Şimdi Burak Bıyıktay’ın elinde bir fırsat var, rüştünü ispat etmesi gerekiyor.

Koçun ilk yapması gereken iş bu takımı Chatman’ın takımı olmaktan çıkartıp Iverson’un takımı yapması. Liderliği hem hücumda hem savunmada Iverson’a emanet etmesi. Iverson dünyanın en iyi savunmacılarından birisi ve onun başlatacağı savunma ateşi tüm takıma yayılacaktır.

Allen Iverson takıma yeni katıldı ve koçun dümeni ona teslim etmesine biraz daha zaman var belki ama bu süreci hızlandırmak ve takımın daha sert ve iyi savunma yapmasını sağlamak Burak Bıyıktay’ın yararına olacaktır. Yoksa bugüne kadar kendisinden büyük beklentiler içerisinde olmayan yöneticilerin gözüne ilk çarpacak olan adam o olacaktır.

 

İlker KESER

 

 

 

 

 

 

 

 

Turkish Airlines Euroleague TOP 16

 

 

TOP 16’ya yumuşak geçiş yaparken Ocak ilk hafta yapılacak kurada her takımın kaderini önemli ölçüde kendi şansı belirleyecek. 10 maç sonunda bazı takımlar öne çıkarken bazı takımlarda da bazı oyuncular öne çıktı. Takımlarımızdan Fenerbahçe Ülker’in ve Efes Pilsen’in birlikte TOP 16 yarışında devam etmeleri kendi adımıza en sevindirici sonuçtu diyebiliriz.

 

Öne çıkan performanslardan ziyade büyük hayal kırıklıklarının da yaşandığı bir sezon oldu bazı takımlar için. Özellikle geçen sezon Partizanla mucizeler yaratan Vujosevic’in CSKA ile olan ten uyuşmazlığı takıma tarihindeki en büyük utanç sezonlarından birini yaşattı.

Ruslar için iyi olamayan bu sezonda diğer bir temsilcisi Khimki’de TOP 16’ya dahil olamadan evi ne erken dönen ekiplerden biri oldu. Özellikle Keith Langford’un muazzam kişisel performansına rağmen bu istatistikler takımını bir üst kademeye taşımaya yeterli olmadı.

 

Rus sermayesinin sonuç vermediği sezonla birlikte göze çarpan diğer bir takımda 0 çeken efsane takım Cibona Zagreb oldu. Tamamen yerli kaynaklarla oynayan (Marcus Johnson hariç) ekibin kazanmasının yanı sıra hiçbir maçta kazanmaya yakın bile olmaması belki de en acı veren tablo oldu.

 

Kötülerin yanı sıra geçen sezonlara nazaran Olimpija ve Zalgiris’in toparlanmış görüntüsü basketbolseverlerin genelinde olumlu karşılanan durum oldu. Şampiyonluk yarışı çekilecek grup kuralarından sonra daha belirleyici olacak olsa da şansın yanında normal sezonda öne çıkan performanslara biraz dikkat çekelim.

 

 

 

Maccabi Electra

David Blatt ile birlikte bu sezon efsane Maccabi günlerini hatırlatan İsrail ekibi yerli kadrosuna çok iyi monte ettiği ve tam uyum sağlayan Amerikalı oyuncularıyla Final Four için ilk 10 maçta göz kırpmaya başladı. Sofoklis’in dominantlığı, Blatt’in Maccabi’ye uyumlu hücum sistemi ve bunun yanında çoğu takımın yapamadığı savunma direnci fark yaratan unsurlar oldu. Tabii ki önemli olan bunun TOP 16’da da sürmesi, Maccabi aynı istikrarı burada da sürdürürse Final Four için en tehlikeli arz eden ekip olabilir yalnız gözden kaçmaması gereken nokta Maccabi’nin durumunu çekeceği kura belirleyecek, normal sezondan daha dişli takımlarla karşılacak olan Maccabi şampiyonluk hayalleri kurarken bu hayali çok erken de suya düşebilir.

 

 

Caja Laboral

İspanyol basketbolunun lokomotif takımlarından olan Caja ülkeyi ve takımı çok iyi bilen Ivanovic ile birlikte istikrarını sürdürmeye devam ediyor. Teletovic’in liderliğiyle grubunda 2. olan Caja aldığı 5 mağlubiyetle TOP 16 için tehlike sinyali verdi. Her ne koşulda olursa olsun favoriler arasında yer alan Caja’nın durumunu da kura sonunda oluşacak şansı belirleyecektir.

Eski Caja rotasyonuna göre daha geniş rotasyon kullanan takımın bu yerine göre avantajı olarak düşünülebilir. Ancak dezavantaj olarak baktığımızda eskisine göre kalitesi ve tecrübesi bir basamak daha alt seviyede demek çokta yanlış olmaz. Caja’nın gençleriyle bu sezon ilk 8’e kalmak önemli bir başarı sayılabilir. Şansıda daha üst veya alt sırada bitirmesini belirleyecektir.

 

Olympiacos

Uzun bir aradan sonra yeniden takım çalıştırmaya başlayan Dusan Ivkovic’in yönettiği Olympiacos normal sezonu lider bitirerek Ivkovic’i utandırmadı. Yunan ekibi sadece Final Four değil şampiyonluk hedefiyle sezona başladı Teodosic’in takım içinde aldığı sorumluluk gün geçtikçe artarken başarısı da bununla birlikte paralel gelişme gösteriyor. Özellikle Yunanistan’da oynan maçlarda cehennem olacağı kesin TOP 16 için büyük kaygı taşımayan Olympiacos Final Four için adını şimdiden rezerve etmiş durumda.

 

Real Madrid

Büyük beklentiler içinde olan Real Madrid özellikle Messina’dan büyük başarılar bekliyor. Bunlar eğer bu sezonda gerçeğe dönüşmezse tehlike çanları takım içinde çalmaya başlayacaktır. Yapılan yatırımların sonuçlarının en fazla beklendiği sezon şüphesiz bu sezon olacaktır. Her ne kadar grup maçlarında sürükleyici bir performans çizmese de Madrid ekibi TOP 16 ve sonrası kendi kaderini çizmeye başlayacak. Uzun rotasyonu olağanın daha üzerinde kalitede olan Real Madrid’in özellikle kısa oyuncularda ve gardlarda önümüzdeki maçlarda sıkıntı yaşaması muhtemel. Messina’nın takımlarına garda yüklenen görev daha önceleri karşımıza çok sık karşımıza çıktı bundan dolayı bu pozisyondaki sıkıntı takım için şampiyonluk hatta Final Four hedefine bir nebzede olsun balta vuruyor.

 

 

Montepaschi Siena

Pianigiani ve öğrencileri kolektif basketbolun ve savunma ile nelerin başarılabileceğinin belki de uzun zamandır en iyi örneklerinden birini yansıtıyor. Geçen sezondan devam eden Kaukenas – Lavrinovic A.Ş. ile büyük isimler olmasa da büyük sonuçların nasıl alınabileceğinin dersini veriyor. Adı yine şampiyonluk için en üstte geçmese bile şampiyon olacak takımın kesinlikle geçmesi gereken bir takım olacağı bir gerçek.

 

 

Regal Barcelona

Son şampiyon grubunu her ne kadar 3. olarak bitirse de yine Final Four’un ve şampiyonluğun en önemli adayı olan Barcelona TOP 16’da vites yükselterek kendisinden bekleneni daha fazla vermek için salona çıkacak. Navarro-Rubio-Lakovic gibi en güçlü gard kombinasyonuna sahip olan Barcelona bu avantajını maksimum seviyede kullanmak için her şeyi yapacaktır. Pota altını Perovic ile sağlamlaştıran Pascual’ın ekibi kağıt üzerinde şampiyonluğun en ciddiye alınması gereken önemli favorilerinin başında geliyor.

 

 

Panathinaikos

Barcelona’ya geçen sezon emanet ettiği şampiyonluğu geri almak için mücadele eden Panathinaikos, Diamantidis’in göz kamaştıran performansıyla yoluna emin adımlarla ilerliyor. Grup maçları sonrası liderlikle kapatılan sezon Panathinaikos için umut verici oldu. Obradovic’in artık aldığı nefes kadar tanıdığı takımın en büyük avantajı beklide böyle kurt bir hoca ile çalışmasıdır. Tıpkı Barcelona gibi Final Four için şüphesiz en ciddi aday olan Panathinaikos’un bu yolda kolay veya zorluk derecesini TOP 16 grupları belirleyecek. Şampiyonluk için adı yüksek sesle anılsa da işi yine de hiç kolay olmayacak. Pota altı rotasyonunun daha zor maçlarda nasıl bir verim vereceği ise akıllarda oluşan en büyük soru işareti.

 

 

 

Fenerbahçe Ülker

Tanjevic sonrası yeni bir sayfa açan Fenerbahçe Spahija ile ilk ciddi sınavını oldukça başarıyla geçti. Özellikle Barcelona gibi bir takımı deplasmanda yenip grupta onun üstünde yer alması ciddiye alınması gereken bir takım olduğunun mesajıydı. Kendi denginde olan her takımı geçebilecek düzeyde olan Fenerbahçe’nin en ciddi handikabı TOP 16 sonrasındaki aşamada yeterli tecrübeye sahip olmaması diyebiliriz. TOP 16 ve sonrasını belirleyecek en önemli durum gruplardaki rakiplerin güç dengesi olacaktır, şanslı bir kura Fenerbahçe’ye tarihindeki ilk Final Four heyecanını bile yaşatabilir. TOP 16’dan ilk iki sırayı alıp ilk 8’e kalmak bile azımsanmayacak bir başarı olarak kabul edilebilir.

 

Efes Pilsen

Türk basketbolunun en önemli ismi olan Efes Pilsen geçtiğimiz yıllardaki vasat görüntüsünden kurtulmak için bu sezon biraz daha büyük ve farklı adımlar attı. Perasovic ile birlikte yaşanan değişim çoğu kişiye göre farklı algılanıp yorumlandı. Kimisi geçiş aşaması kimisi de başarısızlığın devamı olarak adlandırdı bu zamana kadar geçen durumu. Vujcic gibi üst düzey bir pivotla sezona giren Efes Pilsen Rakocevic gibi bir yıldızı da kadrosunda tutarak kağıt üzerinde korku yaratan bir takım imajı çizdi. Özellikle fantastik bir iç saha performansı sunan takım deplasmanda aynı istikrarı sergileyemedi. Takım içinde gardlardan Wisniewski’nin performansı çok tartışılırken onun açığını Kerem Tunçeri kapatmaya çalıştı. Kaliteli isimlerle bezenmiş kadro kağıt üzerinde iyi olsa da çok umut verici vaatlerde bulunmak şu an için çok erken potansiyel olarak bakarsak Final Four bile gelebilir ancak TOP 16’dan eve dönmekte pek şaşırtıcı olmaz. Hem takım içi uyum hem de rakip şansı Efes Pilsen için belki de eski günlerin dönüşü olacaktır.

 

Önder Akcollu

SİHRİN GERÇEK SAHİBİ

 

Süperman’in yanındayken, insanın en iyi yaptığı işe odaklanması her zamankinden daha kolay olmalı…

Toronto macerası istediği gibi geçmeyen Hidayet, ülkemizde düzenlenen Dünya Şampiyonası’ndan sonra Phoenix Suns’ın yolunu tuttu. Havasına, suyuna, oyun tarzına alışamadığı Toronto Raptors’ta bir önceki sezon Magic’i finale çıkaran oyuncudan çok uzak bir performans sergilemesinde ne kadar suçluydu bu da tartışılır tabii. Magic’te olduğu gibi topu eline alıp hücumu yönlendiremediği için oyuna katkısının düşmesinin yanında, Dwight Howard’dan çok daha farklı bir oyuncu olan Chris Bosh ile oynamaya alışamaması ve takımın saha içi komutanı olduğu Magic’tekinin aksine Raptors’ta bir şutör performansı göstermesinin beklenmesi Hidayet’in kötü performansını açıklamada kullanılabilecek mazeretler olarak sıralanabilir.

 

Raptors kariyerindeki en iyi maçını çıkarıp 26 sayı 11 ribaund ile oynadığı bir maçtan sonra da top elinde olduğunda daha iyi olduğunu söylemesi de Raptors’ta Hido’nun oyun yapısına neyin ters olduğunu anlatmaya yetecektir. (Youtube’da bu röportajın videosu uzun süre ilgi gördü, hatta adına fan club bile açıldı ama bunun sebebi Hidayet’in top isteği değil, röportajda kullandığı “ball” lafının Amerika’da çok daha farklı anlamlarda kullanılması. Her neyse…)

 

2010 Offseason’ında Amare Stoudamire’ı kaybeden Phoenix, Hidayet’i Toronto’dan kurtaran takım olacaktı. Barbosa ve Dwayne Jones karşılığında Phoenix Suns’a geçen Hido, Raptors kariyerini pek de tahmin edildiği gibi noktalayamıyordu.

 

Burada Suns yönetiminin Hido tercihi de bir tartışma konusu. Raptors’ta topu elinde istediğini belirten, topsuz oyunda etkili olamadığı bariz bir şekilde belli olan bir oyuncuyu, Steve Nash’in yanına koyduğunuzda iki saksıdan birinin kırılacağı gün gibi ortadaydı. Kırılan ne yazık ki Hidayet oldu. Sezon başında power forward olarak denen Hidayet, Amare Stoudamire’ın boşluğunu doldurmaktan çok çok uzaktı. Bunun yanında Hakim Warrick’in de gösterdiği performans ile benchten gelip Hidayet’in dakikalarını çalması, kısa forvet pozisyonuna çekilen Hidayet’in burada da etkili olamayıp yerini Grant Hill – Jared Dudley ikilisine kaptırması Suns günlerinin de sancılı geçmesinin en büyük sebebiydi. Bir buçuk sezon önce final oynayan takımın saha içi kaptanıyken, şimdi kontratı alıp yatan bir oyuncu gözüyle bakılıyordu. Hidayet’i bu durumdan kurtaran da eski takımı oldu.

 

2010 yazında free agent piyasasını karıştıran bir hamle ile Lebron James – Dwayne Wade – Chris Bosh üçlüsünü bir takımda toplayan Miami ve Big Three ile Boston Doğu’yu domine edecek gibi gözüküyordu. Hido gittikten sonra her geçen gün performansı daha da düşen Lewis ve Carter’ın varlığında etkinliği azalan Dwight Howard ile Magic’in bu ikiliye rakip olması oldukça zor gözüküyordu. Howard’ın homurdanmaları mı yoksa Shaq gibi onu da kaybetme korkusu mu bilinmez Orlando GM’i Otis Smith’i sezonun en çok ses getiren hareketlerinden birini yapmaya itti. Arenas, Jason Richardson ve Hidayet’i kadroya katan Magic bunun karşılığında Lewis, Gortat, Pietrus ve Carter’ı yolluyordu.

 

Burada akla gelen ilk soru şu olmalı: İki sene önceden bu yana ne değişti? Finale çıkmanın vermiş olduğu gaz ile Carter’ı kadroya katarken takımın yönetmenini yolladılar. Bunda kontrattan çok yeni yapılan salonu doldurmak istemenin de bir etkisinin olduğunu düşünüyorum. (O dönem) Carter ile Hidayet’i bire bir alıp karşılaştırdığımızda Carter elbette ağır basacaktır, ama şunu gördük ki Carter’ın Magic’e yaptığı katkı Hidayet’in yaptığı katkının yakınına bile yaklaşamadı. NBA Finalinin tekrarlayamamakla sonuçlanan bir buçuk yıl önceki hamleyi düzeltmek için hala şansları varken bunu kullanmak akıllıcaydı. Howard hâla ligin en etkili pivotu, bunun yanında ceza şutlarını atmakta ligin elle tutulur oyuncularından Richardson ve gününde olduğunda takımı tek başına sürükleyebilecek Arenas da artık takımda olduğunu gözden kaçırmamak gerekiyor tabii ki.

 

Hido zamanında ki Orlando hücumlarına bakarsak; hücumlar genellikle şu biçimde şekilleniyordu.

-Hido topu hücumda alır,en iyi yaptığı şey olan topu pota altındaki D. Howard’a indirir. Howard hücumu bitirir.
-Hido topu alır,pota altına doğru dribbling yapar,kendini savunan adamı geçebilirse ve Howard’ı tutan uzun yardıma gelmezse Hido sayıyı yapar. Yardıma gelirse zorlama bir şut veya pas ile Howard’ı bulur, Howard’da en iyi yaptığı işi yapıp potayı sallar.

-Hido pota altına doğru dribbling yapar. Hido’yu tutan oyuncu iyi savunma yapar ve atışa izin vermezse en boştaki dış oyuncuya topu çıkarır. Oyuncu topu potaya yollar. Hücumu bitirir.

Tüm hücumdaki olaylar bu şekilde gelişirdi. Hido oyunu okur ve ne yapması gerektiğine karar verirdi. Öyle ki son çeyreklerde inisiyatif alıp oyunu yönlendirmesi ile Mr. Forth Quarter lakabını kazanmıştı.
İşin savunma kısmına gelirsek; Orlando’dan ayrıldığından beri Hido savunma yapmıyor, adamını rahat geçiriyor ve yardıma gelemiyor diye herkes şikayetçi. Ama şu gözden kaçırılıyor: Orlando zamanında playoffta Boston’a karşı Paul Pierce’ ı, Cleveland’a karşı Lebron’ u, Lakers’a karşı Kobe’ yi tutan adam nasıl bu hale geldi? Bunun cevabını bulmak için Magic pota altındaki 12 numaralı insan azmanına bakmak gerekiyor. Hido 2.06 boy ve uzun kolları ile tuttuğu oyuncuya hem dış hem orta mesafeden kolay top kullandırtmayan bir adam fakat yanından içeri doğru rahat oyuncu kaçıran birisi. Bu noktada da Howard devreye giriyor ve Hido’nun tuttuğu adam pota altına kaçarsa Howard’a takılıyordu. Hidayet’ in tuttuğu oyuncu içeri girip Howard ile karşılaşmamak için dış ve orta mesafeden şut atmayı deniyordu. Hidayet’in  bu atışları karşılaması daha kolaydı.

 

Tabii her ne kadar pembe tablolar çizmek istesek de Magic’teki ilk maçları Hido açısından pek de kolay olmadı. Magic forması ile yeniden çıktığı ilk iki maçta Josh Smith ve Dirk Nowitzki ile sık sık karşı karşıya gelip, savunmada sıkıntı yaşasa da, Suns günlerinde 4 numara oynamasının etkisi var mıdır bilinmez bu ikiliye karşı fena iş çıkarmadı. Daha standart bir forvet tipi olan Jefferson ile eşleştiği Spurs maçında Magic forması ile seyretmeye alıştığımız Hidayet’ten örnekler verdi. 25 Aralık’ta yapılan Celtics maçı ise Hidayet’in geri dönüşünü ilan ettiği maç oldu. Oyunda kaldığı süre içerisinde Magic’in Celtics’e 30 sayılık bir fark atmış olması, maçın sadece sekiz sayı fark ile bittiğini de göze alınca Hidayet’in Magic için önemini, bu mesaj niteliği taşıyan maçta görmüş oluyoruz. Sezon başlayalı epey olsa da daha yeni form tutmaya başlayan bir Hido varken Magic ligin en iyi takımlarına bile kafa tutacak seviyede.

 

Hidayet özgüveni ve kondisyonu yerinde olduğunda ligin elit oyuncuları arasında olduğunu Raptors ve Suns maceralarının ardından Magic’te ortaya koyduğu performans ile kanıtladı. Umarız bir buçuk yıl önce yarıda bıraktığı işi bu sezon sonlandırıp Magic ile birbirleri için ne kadar değerli iki parça olduğunu hepimize kanıtlasın.

 

Gökhan Bayezit,

3SAYI dergisinin Ocak 2011 sayısında yayınlanmıştır.